Çadırı topladım. Kızlarla birlikte yaktığımız ateşte sırayla ısıttığımız sulardan bir kazan taşıdım. Kızların kendi aralarında dün gece hakkında konuşmasını dinlememek için işlerimi uzata uzata yaptım, sonra merakım baskın geldi, ateşin önünde ellerimi ısıtıyormuş gibi yapıp biraz dinledim. Eh, hemen hemen aynı şeyleri anlatıp durdular. Nöbetçi askerler gelip onları dağıtana kadar da birbirleri arasında başlattıkları bu ufak çaplı nispet savaşını kesmediler. Ara ara üzerimde hissettiğim keskin bakışları yok saymak zorunda kaldım.
Marja geldi sonra yanıma, iyi görünüyordu. Beline kadar uzanan kızıl saçlarını açık bırakmış, çillerle dolu sevimli yüzünü güneşe dönmüştü. O, dün gece Sarmad'ın yanında çok sık gördüğüm bir askerin çadırındaydı. Adam, tahminlerim doğruysa okçuların lideriydi. Okçular, kılıçla savaşanların aksine daha arkada duruyor ve karşılamayı yapıyor olmalıydı.
Akşam olmak üzere, şimdi yalnız başıma sahildeyim. Çadırlardan çok uzaklaşmadım, biraz korkuyorum açıkçası. Roma ordusunun yaklaştığı söylentilerini duyuyorum. Deniz güzel, durup sakinleşmek istiyorum yalnızca.
Uyandığımda Sarmad'ı göremedim. Gece bıraktığı zırhı almamıştı. Bizim çadırın önünde özellikle bekleyen iki askerden birine, beni gece oraya götürene, nerede olduğunu sorduğumda ters ters yüzüme baktı. Kelimeyi doğru kullandığımdan da emindim oysa. Domuz. Bir an önce kadın hakları gelmeliydi bu vahşi devlete. En azından soru soracak kadar.
Yeterince tarih çalışmadığım için kendime kızıyorum. Hangi devlet olduğunu anlayamıyorum. O'nun söylediklerini düşünmemeye çalışıyorum. İmparator ve imparatorun karısı hakkında...
Sağımda onu görebiliyorum, Sarmad'ı. Benden biraz ileride üstündekileri çıkarıyor. Dalgalara giriyor yavaş yavaş. Beni görmemiş olmalı. Belli etmeden kaçayım. Ama dur... Şimdi gördü. Bana bakıyor ve yaklaşıyor.
...
Kalbim çok hızlı atıyor. Güm güm. Suya o kadar derin daldım ki hala etkisi üstümde. Şimdi üstümdeki ıslak elbiseyi değiştirmem gerek.
...
Gün doğmak üzere, yeni uyandım. O kadar güzel bir geceydi ki. Çok uzun zamandır böyle gülmemiştim.
Sahilde beni gördüğünde yanıma gelip en anlayabileceğim şekilde suya girmeyi teklif etti. Yüzünü ilk defa gülerken gördüm. Onunla birlikte o kadar derine daldım ki. Çok güzeldi.
Sudan çıktığımızda hava çoktan kararmıştı. Beni deftere bir şeyler yazarken görünce elimdeki defteri alıp izin ister gibi yüzüme baktı. İzin vermeyecek halim yok. Başımla onu onayladığımda içini açtı. Kullandığım, daha doğrusu uydurduğum dile gözlerini kocaman açarak baktı. Çizimlerine uzun uzun bakıp kendi kendine mırıldandı.
Çadıra döndüğümüzde, deniz tuzu kokan tenlerinize rağmen yıkanmadık. Harita ve kağıt yığınlarının arasından minik bir kitap çıkardı ve sabırsızca elime tutuşturdu. Dil kitabıydı. Tane tane "Öğren ve konuş benimle." dediğinde kafamı sallamakla yetindim. O kadar sabırsız bakıyordu ki gözlerime gülümsemeden duramadım.
Sonra yatağa oturdu ve defteri işaret etti. Yüzüme çok uzun süre sessizce baktı, işaret parmağıyla havaya resim çizer gibi yaptığında isteğini anlamıştım. Onu çizmemi istiyordu. Yatakta durmadan kayıp uygun poz bulmaya çalışmasına ufak bir kahkaha attığımda bana eşlik etti.
Gece boyunca şekilden şekle soktuğu suratına gülerek çizdim çok amatör bir resmini işte. Bitirdiğimde resmi aldı, bir süre sessizce baktı. Çatık kaşlarla altına yazdığım kelimelerde gezdirdi parmağını ama ne yazdığımı sormadı. Zaten sorsa da yalan söyleyecektim. Teşekkür etmek için mi bilmiyorum, başımın üstünden saçlarıma büyük bir öpücük bıraktı.
Şimdi yanımda derin nefesler alıp vererek uyuyor. Bugün, sırtında gördüğüm o derin kılıç yaraları sanki ona ait değilmiş gibi öyle çocuksuydu ki.
Bazen insan bu adamların zamanında bir çocuk olduğunu unutuyor.
Saçlarım deniz kokuyor.
Uyumam gerek.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAMAN TRENİ
Science Fiction2082 yılında suçluları taşıyan, onları tarihin en kötü zamanlarına terk eden bir trende kaderleri görünmez bir iple bağlanmış iki mahkumun hikayesi. Kapak Tasarım: @sewalmoon