Çıplak omuzlarıma vuran rüzgarla irkilerek uyandım ve koluma kadar inmiş hırkayı yukarı çekiştirdim. Nerede olduğumu anlamam birkaç saniyemi aldı. Karşımdaki adam tepkisizce beni izliyordu. Gözlerim biraz onda oyalandıktan sonra dışarı kaydı. Zaman tünelinden çıkmıştık. Dışarıda yer yer karların kapattığı yeşillikleri olan bir ova vardı. Hangi zamandaydık? Şimdi bir suçluyu dışarı bırakacaklardı. Anons yapılmadan önce nefesimi tuttum.
"Korkma bu kadar." dedi adam gayet rahat bir tavırla. Artık benimle 'siz'li konuşmuyordu. Bu adamdan o kadar uzun süre saygı beklemek anlamsızdı.
"Korkmuyorum." O kadar belli oluyor muydu? Halime gülmesini bekledim, yapmadı.
Vagonun tepesine yerleşmiş hoparlörden o tanıdık mekanik ses yükseldi.
İLK DURAK, 14 MART 2061.
Tuttuğum nefesi vermedim. 2061. Büyük salgın. İnsanların birbirini yemeye başladığı büyük kriz zamanı.
YOLCU 19. İYİ ŞANSLAR.
Ben değildim. Karşımdaki adamın elinin üstüne dövme olarak işlenmiş sayıya baktım. Dokuz. O da değildi.
Biraz rahatlayarak nefesimi dışarı verdim.
"Geçti yirmi yedi numara. Bu kadar korkak bir kızla aynı vagonu paylaştığıma inanamıyorum."
Ona aldırış etmeden cama döndüm. Tren, her nasılsa dışarıdan görünmüyordu. Bu işin fiziğiyle pek ilgilendiğim söyleyemezdi.
Zaten burada bizi görecek kimse de yoktu.
İki muhafızın kollarını sıkıca tutup yaşlıca bir adamı dışarı bıraktığını gördüm. Beyaz giyimli muhafızlar adamı bir böcek gibi ileri itti ve trene döndüler."Piçler."
Karşıma baktığımda onun da camdan dışarı çatık kaşlarla baktığını gördüm.
Dışarıya bırakılan adam, on dokuz numara, bize dönük olan sırtını oynatmadan başını trene çevirdi. Bizi göremiyordu ama burada olduğumuzu biliyordu. Bir şeyler söyledi, bağırıyor, muhtemelen küfürler ediyordu. Sesi duyulmadı.
Tren tekrar hareket etmeden önce büyük bir ses duyuldu. Siyah tünele girmeden önce son kez gökyüzüne baktım. Gözlerim tekrar dokuz numarayı bulduğunda hâlâ camdan dışarıya baktığını gördüm. Oysa artık dışarıda izlenecek zifiri karanlık dışında bir şey kalmamıştı.
"Yansımanı mı izliyorsun?"
Bir an nerede olduğunu yeni hatırlamış gibi bana baktı. Olumsuz anlamda kafasını iki yana salladı.
"Kendine bir bak. Rujun taşmış." dedim onun bana yaptığını tekrarlayarak. Gergin görünüyordu. Dalgacı tavrı, sanki neler olacağını yeni anlamış gibi yok olmuştu. Rahatlamasını istedim, bir an bile olsa.
Göz kırptı. "Bak, benden bir şeyler öğrendin bile."
Gülümsedim ama aklım hâlâ az önce olanlardaydı.
Elini ceketinin iç cebine attı. "Onu trene girerken gördüm." dedi kendiyle konuşur gibi. Çok eski olduğu belli olan köstekli bir saat çıkardı. "Bunu yürüttüm." Artık bir önemi yokmuş gibi önümüzdeki masanın üstüne fırlatır gibi bıraktı saati.
Elime alıp bu mesafeden bile pas kokan saate baktım. Çalışmıyordu, elbette. Tekrar başımı kaldırıp ona baktım. Artık bana bakmıyordu.
Saati ters çevirdim ve arkasında yazan kabartılı yazıya baktım.
12.05.2000~15.03.2061. BABANDAN SANA.
Bir doğum ve ölüm tarihiydi muhtemelen.
Yutkundum ve artık çok zor olsa da nefes almaya çalıştım.
Babandan sana... Babasının öldüğü gün!
Bu tren bizi yalnızca tarih için korkunç olan zamanlara götürmüyordu. Bu tren bizi bizim için de korkunç olan zamanlara götürüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAMAN TRENİ
Science Fiction2082 yılında suçluları taşıyan, onları tarihin en kötü zamanlarına terk eden bir trende kaderleri görünmez bir iple bağlanmış iki mahkumun hikayesi. Kapak Tasarım: @sewalmoon