Adam ayaklarını sürüyerek gittiği yolun ortasında durdu, geriye baktı. Arkasında uçsuz bucaksız orman uzanıyordu. Ne kadar sürede geçmişti bunu? Hatırlamıyordu. Önüne döndü. Yeni yeni kurulan bir şehir vardı ileride. Hava karardı kararacaktı. Eli sırtındaki çantaya gitti. Matarasını çıkardı. Boynunu geriye atıp ağzına birkaç damla su akmasını istedi ama başarılı olamadı. Hiç su kalmamıştı. Matarayı ileri fırlattı, kalkınca alması gerektiğini bildiği halde yapabildiği kadar uzağa atmıştı. Olduğu yere çöküp sırtını yere serdi ve ellerini başının altına koyarak gökyüzünü izlemeye koyuldu.
Kaç kış geçmişti? Ondan fazla mı? Gökyüzü aynı gökyüzüydü oysa. Dünya sanki hiçbir şey kaybetmemiş gibi dönmeye devam ediyordu. Bu, onu her seferinde sinirlendiriyordu. Oysa o gün onun güneşi sonsuza tek batmıştı. Bir daha sabah olmaz sanmıştı. Oldu.
Gözyaşı, kuruyan gözlerinden toprağa aktı usulca. Çok yorulmuştu. Belki biraz uyuyabilse geçerdi. Uyuyamıyordu.
Güzel yüzünü getirdi aklına. Bunu yapıp neden kendine eziyet ettiğini bilmiyordu ama her boş kaldığında, vücudunu fiziksel olarak yormadığı her an onu düşünüyordu. Kapalı gözlerini, solmuş yüzünü, ellerinin arasında kalan yorgun bedenini. O zindandan çıkarıp saatlerce kucağında taşıdığı yorgun bedeni.
Gökyüzünü göremeyeceği kadar yaşla dolunca gözleri, kırpıştırdı.
Onu toprağın güvenli kucağına teslim ettikten sonra geri dönüşü geldi gözlerine. Mavi göğün yerini hayali bir ateş aldı. Karanlık bir gecede sarayı yakan alevler tüm başkenti aydınlatırken sırtını dönüp gitmişti. O günden beri gidiyordu. Nereye gittiğini bilmeden. Her şey yolla başlamıştı. O güzel gözleri ilk yolda görmüştü. Tek farkı şimdi zaman değildi kat ettiği.
Göğsünün iç cebinden yıllardır sakladığı kolyeyi çıkardı. Onunla birlikte zamanda yolculuk yapan, savaşlar gören, devlet yöneten ve idama sürüklenen gümüş çiçek ışığını kaybetmişti. Kolyeyi tekrar sol göğsünün iç cebine yerleştirdi. Tuttuğunu fark ettiği nefesi verdi. Madem uyuyamayacaktı, bari su bulsaydı.
Doğrulup ayağa kalktı ve ileride duran matarasına doğru adım atıp eğilerek onu yerden aldı. Sırtını dikleştirdi ve yönünü ayarladı.
Tam karşısında, ona merak dolu gözlerle bakan genç kadını tanıyordu. Gözleri parladı.
"Sen," dedi kadın. "9 olmalısın."
SON.
Trene benimle binen, 9 ve 27'yi benimle izleyen ve trenden onlarla atlayıp mahkemede dahi onlara hüzünlü gözlerle eşlik eden herkese teşekkür ederim. Sonları daha mutlu olsun isterdim ama inanın yazmak öyle garip bir şey ki ben düşünmeden onlar kendi sonunu hazırlamış ve bunu ilmek ilmek işlemiş oluyorlar.
Feryal'in yanlış yolu seçtiğini, ne kadar dibe batarsanız batın ölümün hiçbir zaman seçenek olmadığını unutmayın lütfen. 9'un söylediği gibi, kafanızı kaldırıp gökyüzüne bakın ve hayatın ne kadar küçük olduğunu, onu tek avucunuzla olmasa bile iki avucunuzla kolayca şekillendirebileceğinizi, umudun hep var olduğunu her zaman hatırlayın.
Başka rüyalarda buluşalım, gözlerimizi kapatmadan.
Sizi seviyorum.
Ceyda.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAMAN TRENİ
Science Fiction2082 yılında suçluları taşıyan, onları tarihin en kötü zamanlarına terk eden bir trende kaderleri görünmez bir iple bağlanmış iki mahkumun hikayesi. Kapak Tasarım: @sewalmoon