Gözlemciler, başkente iki günlük mesafede olduğumuzu söylediğinde tek gecelik konaklamak için bir köyün yakınında kamp kurmuştuk. Sarmad varken yaptığımız gibi köylerde kalmıyorduk artık, çünkü insanların imparatorun öldüğü hususundaki dedikodulara ikna olmalarını istemezdik. En azından saraya ulaşmadan bunun olmaması çıkacak anlamsız isyanlar için önleyiciydi.
Köle kızlardan biri elimde yarısı et dolu duran şişi alırken bana üçüncü kez sordu. "Bir şey yemediniz, çorba getireyim en azından size olur mu?"
Herkes bebeğimi çok düşünüyordu ama bugün canım bir şey istemiyordu işte.
"Yok." dedim ona gülümsemeye çalışıp. Karnımın altı ağrıyordu. "Teşekkür ederim, kaldırabilirsin."
Askerler çoktan akşam yemeğini yemişti ve ısınmak için sıcak şurup içiyorlardı. Ben de yemeğimi yalnız yiyordum. Kız önümdeki tabakları alıp çadırına girdiğinde altımdaki kütüğü kenara bırakıp yerden destek alarak toprağa oturdum.
Gökyüzü bu gece çok yıldızlıydı.
"İyi yemelisiniz." dedi tanıdık boğuk ses. Yüzbaşı Pirmin bana rahat vermiyordu. Oturmak için izin isteyip cevabımı beklemeden karşıma geçti. Bu adamın bir ailesi olup olmadığını merak ediyordum. Kendini orduya o kadar adamıştı ki ailesi varsa da çok ihmal ediyor diye düşünüyordum. "Çocuk hepimiz için önemli." diye ekledi oturduğu yere iyice yerleşirken.
"Annesi benim." dedim yüzüme imalı bir gülüş yerleştirerek. "Çok düşüncelisiniz Yüzbaşı."
"Tabii." dedi. "Annesi sizsiniz ama o bebek bu imparatorluğun bebeği."
Sırtımı hafifçe geriye yaslayıp boynumu sağa sola çevirerek kaslarımı gevşettim.
"Merak ediyorum da," Durup yüzüne baktım. "Bebek kız olursa da böyle düşünecek misiniz?"
Yüzbaşının gözünden kısa bir tereddüt geçti ama çabuk topladı. "Elbette." dedi. "O zaman da yapacağı iyi bir siyasi evlilikle ülkeye faydası dokunacaktır."
Karnımdaki tüm o acıya rağmen kendimi zorlayarak sesimi yükselttim ve başımı geriye yaslayarak büyük, uzun, yapay bir kahkaha attım. Az ileride ateşin başında içinde Teğmen Fido'nun da bulunduğu asker grubu dönüp bize baktılar.
"Bebeğimin geleceği hakkında konuşuyoruz." dedim onlara bakıp. "Bize katılmak ister misiniz?"
Hiçbirinden ses çıkmadı, aksine başlarını önlerine çevirdiler. Onlara göre imparatorun seçtiği yanlış kişiydim ve biraz çatlak bir kadındım ben. Yalnız Teğmen kısa süre sonra yanımıza geldi.
"Nasılsınız?" dediğinde muhatabı bendim.
"İyiyim." diyebildim yalnızca. Pek iyi sayılmazdım.
Yüzbaşı az önceki kahkahama bozulmuş olacak, sesi çıkmıyordu.
"Doğuma az kaldı." dedi Teğmen yere oturup.
Başımı alladım. "Kar yere düşmeden doğmuş olacak. İki ay ya var ya yok."
"Başkentin çocuğu yerinde doğacak demek." diyerek gülümsedi Teğmen.
"O benim çocuğum Teğmen." dedim uyarırcasına. Niyetinin kötü olmadığını biliyordum ancak 9'un bebeğim hakkında söyledikleri aklımdan çıkmıyordu. Onu benden alamazlardı, onu öldüremezlerdi. Bu fikir beni deli etmeye ve herkese çemkirmeme yetiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAMAN TRENİ
Science Fiction2082 yılında suçluları taşıyan, onları tarihin en kötü zamanlarına terk eden bir trende kaderleri görünmez bir iple bağlanmış iki mahkumun hikayesi. Kapak Tasarım: @sewalmoon