XIII

1.8K 193 49
                                    

Sarmad'ın ela gözlerinden ayırmadım gözlerimi. Bu hesaplaşma vaktinin geleceğini biliyordum. Bu aynı zamanda benim sonum demek.

Parmaklıkların önünde durmuş beni izliyor. Kilidi açmıyor bile, bana demirlerin arkasından bakıyor. Kafamı ondan çevirip tekrar damlayan suya bakıyorum. Aramızdaki nefes seslerine rahatsız edici bir ritimle eşlik ediyor. Pıt, pıt, pıt, pıt. Bir yüreğin atışı gibi.

"Yağmur yağıyor." diyor Sarmad damlayan suyun sebebini açıklamak istercesine.

Ona dönüp gülümsüyorum. "Sen suyu seversin."

Başını sallıyor. O gülümsemiyor. "Nasıl hissediyorsun?" diyor bunun yerine. Herhalde boşu boşuna ölecek olmanın nasıl bir şey olduğunu merak ediyor.

"Sen olsan nasıl olurdun?" diyorum sorusuna soruyla cevap vererek

"Korkardım." diyor. 9'la onun arasındaki fark işte bu. 9 benim korkmamam için yeni yollar açarken Sarmad kendi korkuları için yoluma taş koyuyor.

"Korkuyorum zaten," diyorum. "Bu seni rahatlatacaksa."

Başını iki yana sallıyor. "Rahatlatmıyor."

Ona bakmıyorum, ona baktığımda yalnızca bir katil görüyorum.

"Sen de bunları korktuğun için yapmadın mı?"

Küçük bir çocuğun, kendi oğlunun, günahsız birinin katili.

Elimi damlalara tutuyorum tekrar. Soğuk bir yağmur, bu sıcak havaya rağmen. Sessiz kalmaya, sormamaya çalışıyorum ama başaramıyorum.

"Neden ölmesine izin verdin?" Gözlerimden akan yaşlan elbisenin yaka kısmını çekiştirerek iç kısmına siliyorum.

İç çekiyor. "Böyle olsun istemedim."

"Hayır!" diye bağırıyorum. Hemen sonra kısılıyor sesim. "Tam da böyle olmasını istedin. Tahtının üstünde hak sahibi olan kimseyi istemedin."

"Böyle olması gerekiyordu." diyor gözlerini bile kırpmadan beni izlerken.

Başımı iki yana sallıyorum. Dizlerimi kendime çekiyorum. "Sen kötü bir adamsın. Kendi oğlunun canına kayacak kadar vahşi, yıllarca bana yasını yaşatacak kadar bencil."

Gözlerimi tekrar karşımdaki duvara çeviriyorum. Biri bir çiçek çizmiş. Bir yıldız çiçeği. Tıpkı yıllar önce boynumdan çıkarıp gömmesi için 9'a verdiğim kolyedeki gibi. Aziza'nın kolyesi. Aziza şimdi n'apıyordur? Benim olduğum evrende doğmayı bekliyor ama bambaşka bir evrende belki de çoktan genç bir kadın oldu. Aklım öyle dolu ki, en son ne söyledim ben? Başım ağrıyor.

"Beni sevdin mi?" diyorum bu sefer. Sanki bir şeyler söyledi az önce ama dinlemedim. Yüzüne bakıyorum. Yalan söyleyecek mi diye. Yalan söylese anlar mıyım bilmiyorum.

"Sevdim." diyor.

Bunun doğru olmasının da bir önemi yok ki. İnsan böyle sever mi? Sevmeyi bilen biri bunları yapabilir mi?

"Pavle sana benziyordu biliyor musun?" Yine gözlerim doluyor, ne havadaki ne bendeki yağmur duruyor.

"Biliyorum." diyor...

Başımı duvara yaslıyorum. "Onu çok özledim." diye mırıldanıyorum. Neyse ki buluşmamıza az kaldı.

Bana bakarken yüzünde tuhaf bir ifade var. Acıyor mu bilmiyorum, belki pişman ama bunca şeyden sonra pişman olmanın anlamı yok. Acıklı bir resme bakar gibi bakıyor. Bu resmi kendisi çizdi.

"Kimsin sen?"

Gülüyorum bu sorusuna. "Adımı sen koydun, unuttun mu?"

"Hayır" diyor. "Kimsin sen? Kimsin de tarih için bu kadar önemlisin? Nereden geldin?"

Hâlâ içindeki sönmeyen hırsa şaşırıyor bir yanım. Bitti her şey. Sen kazandın, demek istiyorum. Tek oyuncusu sen olan bu oyunu sen kazandın. Seninle hiç yarışmadım.
"Asla bilemeyeceksin."

Kaşları çatılıyor. "Öleceksin." diyor. "Yine de söylemeyecek misin?"

"Ölmeyeceğim." diye yalan söylediğimde başını dikleştiriyor. Yaşama ihtimalim, onu tarihten silme ihtimalim öylesine korkutuyor ki onu. "Biliyorsun." diyorum. "Hep kurtuldum." Bu söylediklerime bir yanım inanıyor, 9'u bekleyecek olan yanım bu. Ancak yapamayacağım.

Dişlerini sıktığını çenesinden anlıyorum. Havaya, yüzüne diktiğim gözlerimi indiriyorum. "Burada, şimdi ölmezsem asla ölmeyeceğim." sessizce beni izlediğini anlıyorum.

Ayağa kalkıyorum ve parmaklıklara yaklaşıyorum. Onu böyle kışkırtmazsam asla istediklerimi getirmeyecek. "Seninle anlaşalım," diyorum ve yutkunuyorum. Beni dinlemeye hazır görünüyor.

...

Parmaklıklara vuran askerin sesiyle başımı yasladığım dizlerimden kaldırıyorum.

"Bu sana." diyerek demirlerin arasından bir kağıt, tüy kalem ve bir şişe mürekkep uzatıyor. Uzanıp onları aldığımda asker sırtını dönüp gidiyor.

İstediklerim bunlar değildi. Kaşlarım çatılıyor. Mürekkebin kapağını açıp kokladığımda gelen keskin koku ne olduğunu anlamama yetiyor. Korkak. Verdiği zehri bile kamufle edecek kadar korkak. Ne dedi bunlar için? Vasiyetimi yazacağımı mı söyledi?

Derin bir nefes alıp kağıda bakıyorum. 9'a bir şeyler yazmam gerek belki de.

Kağıdı dizlerine yaslayıp kalemi mürekkebe -belki de zehre demeliyim- batırıyorum. Ona bu kötülüğü yapmamalıyım ama başka çarem yok.

Düşünmeden, yalnızca kalbimdekileri döküyorum beyaz kağıt siyahla lekelendiği anda. Kendi dilimizde yazıyorum, bu zamanda yalnızca 9 ve benim bildiğim dilde.

9, sevgilim, yol arkadaşım ve sığındığım liman. Bu seninle son konuşmam. Ama o kadar da kötü değildir belki?

Gözyaşlarımı kağıda damladığında biraz yukarı kaydırıp devam ediyorum.

Ben de isterdim seninle kalmak, yapamam. Oğlum öldü, yaşayamam. Her sabaha kabuslarla uyanırım, geceleri belki de uyuyamam. Yüzüm gülmez, dizlerim tutmaz. Senin hayatını çekilmez kılamam.

Ucundan mürekkebi silinen kalemi tekrar batırıyorum şişeye.

Yanındayken seni yalnız bırakırım; korktuğum, kaçtığım şeylerle seni yoramam.

Belki başka bir hayatta, ya da senin söylediğin gibi başka bir evrende mutlu oluruz. Kahkahalarımız dinmez, müziği kesen olmaz. Sonsuza kadar dans ederiz ve bizi kimse ayırmaz. Ama bu kez değil. Acı çekiyorum ve seni bu acıyla kedere boğamam. Söylediğin gibi gökyüzüne bakabilsem belki tekrar,

Başımı kaldırıp taş duvara oyulmuş minik aralıktan siyah göğe bakıyorum. Yağmur ağırlaşmış. Yüzümü artık silmiyorum. Kalemi tekrar mürekkebi batırıyorum.

Yapamam. Sen benim yerime de bak. Her gece ve her sabah. Benim yerime de gül. Benim yerime de hisset yağmuru. Ve beni affet.

Seni seviyorum, hep sevdim.
27.

Titreyen ellerimle kağıdı kuruması için kenara bırakıyorum ve mürekkep şişesini elime alıyorum. Pavle'yi göreceğim. Ne kadar kötü olabilir ki? Hem belki annemi de görürüm. Renas'ı da. Ama 9 burada. Olmaz, kalırsam onu kederimle öldüreceğim.

Cam, dar ağızlı kutuyu dudaklarıma götürüyorum ve içindeki tüm zehrin boşalmasını sağlıyorum. Acı tadı genzimi yakıyor. Zor yutkunuyorum. Çok uzun sürmemesini diliyorum. Bedenim titriyor.

Yere, kağıdın yanına uzanıyorum ve dizlerimi kendime çekip sonsuz uykunun beni kollarına almasına izin veriyorum.

Şimdi bıraktığım mürekkep şişesine düşen damlalar yavaş yavaş kesiliyor. Pıt. Pıt. Bir yüreğin atışı gibi.

ZAMAN TRENİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin