Yanılmıyorsam batıya gidiyoruz. Güneş tam arkamda batıyor çünkü. Yemek yemek için mola verdiler ama uzun bir mola olacak belli ki çünkü büyük bir ateş yakıldı. Bu ilk molamız ve ben çok aç olduğum halde önce askerlerin yemesini bekliyoruz.
Benimle birlikte sekiz kız daha aldılar bizim çadırdan. Diğer çadırdan gelenleri de sayarsam otuzdan fazla kadın var. Onları bir hayvan gibi kim seçti bilmiyorum henüz. Belki onları da Sarmad seçmiştir. Bu kadarı da çok fazla. Haftanın her günü biri olsa bile fazla kalı... Ne diyorum ben ya?
İçlerinde tek konuştuğum o kızıl olan, geçen gün bana nasıl hissettiğimi soran hani. Ben ona nasıl olduğunu sormamıştım oysa. Adını sordum dün sabah, yola çıkmadan önce. Marja'ymış.
Atlara bizi sırayla bindiriyorlar, her askere bir at var ama her esir kıza yok. Anladık köleyiz, durmadan hatırlatmanın bir anlamı yok.
Ben sıramı doldurdum. Şimdi arkalarından yürüyeceğim. Umarım bir an önce yola çıkarız da kumlarda ayaklarım yanmaz. Çadırlar kurulmamış olduğuna göre pek kalmayacağız ama ateş büyük belki de kalacağız, bilmiyorum.
Sırtımı büyük bir ağaca yasladım, az ileride gölün yakınında yemek yiyorlar. Sarmad'ı görebiliyorum. Durmadan önüne harita seriyor askerleri. Bir zırh giymiş, henüz ortada düşman olmamasına rağmen. Kılıcı yanında. Elinde neredeyse canlı olan bir et var. Şimdi durdu. Buraya bakıyor. Beni görebiliyor mu emin değilim. Güzel görünüyor. Diğerlerinin aksine sarı saçları ve tıpkı diğerleri gibi yanmış bronz bir teni var. Bir heykel olabilirmiş. Belki de olacaktır.
Defteri de artık saklama gereği duymuyorum. Kimse de bir şey demiyor zaten. Daha önemli işleri olmalı ki biz, görevlerimizi yapıp sorun çıkarmadığımız sürece pek muhatap olmuyorlar.
Yemek sırası bize gelmiş. sonra yazacağım.
...
Güneş tekrar battı. Ayaklarım yürümekten harap olmuş halde. Tekrar mola verdik. Bu sefer burada konaklayacağız. Biz gelmeden önce çadırlar kurulmuştu ama bize, kadınlara, çadır yok. Yalnızca askerlere var ve nöbet tutanlar dışında hepsi de dağıldı. Sanırım az sonra çağıracaklar. O kadar gerginim ki okçulara kendimi yay olarak kullandırabilirim.
...
Yanımda uyuyor. Evet imparator şu an yanımda uyuyor. Onu şimdi boğsam kimse bir şey yapamaz, kandır kendini.
Bir asker beni onun çadırına getirmeden önce temiz bir elbise verdi. Çadırın en köşesinde duran suyun içindeydi. Ne kadar sıcak olduğunu merak ettim, onun değil, suyun.
Eliyle ona yaklaşmam için bir işaret yaptığında yaklaştım. Üstümü çıkarmama fırsat vermeden beni suya çekti. Çok sıcaktı. O değil. Su.
Ne kadar zaman sonra bilmiyorum, üstümdeki elbiseyi kenara sermiştim ve kurumuştu, uzun bir süre olmalıydı, defterimi koyduğum taşın altından almak için ondan izin istedim. İşaretlerle anlatınca anladı ve bana defter kelimesini kendi dilinde öğretti, şu an hatırlamıyorum. Yaşlı kadından kağıt istemiştim ama kelimeyi öğrenir öğrenmez onu da unutmuştum.
Defteri alıp tekrar çadıra dönünce onu uyurken buldum. Belki de yalandır. Önemi yok. Çok yorgunum. Kıvrılıp yanına uyuyacağım.
O'nunla Sarmad'ı kıyaslarken buluyorum kendimi. Tuhaf bir şekilde kalbim acıyor. Yaşıyor mu bilmiyorum bile. Muhtemelen çoktan öldü ve yüzyıllar sonra tekrar doğacak. İşte böyle düşününce kalbim daha çok acıyor.
Çok soğuk. Hava değil. İmparator.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAMAN TRENİ
Science Fiction2082 yılında suçluları taşıyan, onları tarihin en kötü zamanlarına terk eden bir trende kaderleri görünmez bir iple bağlanmış iki mahkumun hikayesi. Kapak Tasarım: @sewalmoon