7

7K 593 84
                                    

Garson, önümdeki meyve suyu bardağını alıp dokuz numaranın istediği gibi cam bir şişede konyak bıraktı. Yanına bıraktığı bardağı umursamadan gözlerini kapatarak bir yudum aldığında garsona nezaketen teşekkür ettim, birinin bunu yapması gerekiyordu. Genç adam vagondan çıktı ve sürgülü kapıyı kapadı.

"Ağzın boş durmuyor."

"Az önceki tabağı nasıl yediğini görmesem..."

"En azından zararlı değildi."

Yüzüme beni çözmek istiyormuş gibi derin derin baktığı uzun gelen birkaç dakikada oturduğum yerde kıpırdadım. "Ne var?"

"Bu tünelden çıktığımızda ayrılabiliriz. Konuş benimle."

"Ne konuşayım?"

Kaşlarını çatıp elindeki şişeden bir yudum daha aldı ve önümüzdeki masaya bırakıp önüme itti.

Şişeyi görmezden geldim.

"Senin hakkında bir şeyler anlat."

Kolyenin konusunu açmak istiyordum. Aynı kolyeden, babamın Aziza'nın adının baş harfini özenle işlediği kolyeden onda nasıl olabilirdi? Yok saymayı yeterince denemiştim. Belki tesadüftü. Ama ya değilse? Değilse aramızda nasıl bir bağ vardı? Hayır hayır, tesadüf olmama ihtimali yoktu ki. Hem gayet basit bir kolyeydi, arkasındaki harf de pekala başka birine ait olabilirdi.

Derin bir nefes verdim. Çevrede göz gezdirirken elbiseme takıldı gözlerim. "Üstümde daha önce başkası tarafından giyilmiş bir şey taşımak çok hoşuma gidiyor biliyor musun?"

Yüzündeki durgun ifade küçük bir çocuk yaramazlığına büründü. Üstündeki ceketi sırtını hafifçe öne kaydırarak çıkardı ve bana uzattı. "Çekinme lütfen." dedi gülerek.

Önümde sallandırdığı ceketi ittim.

"Neden peki bu sevgi?" Yanındaki koltukta duran şapkanın üzerine ceketi de bıraktı. İçinde siyah bir gömlek vardı.

"Düşünsene. Daha önce bu elbiseyi giyen kadın kim bilir neler yaptı? Belki çocuk bakıyordu, belki sevgilisiyle yemek yiyordu... Çok güzel değil mi?"

Gülümsedi. "Zaman yolculuğuna çıkmamıştır eminim. Bu elbiseyi taşıyan en garip kişi sensin yirmi yedi numara."

"Evet. Muhtemelen benim."

"Söylesene, kimi öldürdün?"

Kaşlarım çatıldı. Önümdeki şişeyi alıp tekrar bir yudum aldı ve elinden indirmedi. "Merak ediyorum. Bakma öyle."

"Seninle fazla konuşulmuyor."

"Muhtemelen bir kazaydı. İsteyerek birini öldürecek bir kıza benzemiyorsun."

"Sen de bir hırsıza benzemiyorsun." Yeni tıraşlanmış yüzü, keskin yüz hatları, düzgün giyimi... Yirmilerinin sonlarında olmalıydı. Gerçekten de burada görmesem tam bir beyefendi derdim. "İnsanlar göründüğü gibi değil işte."

"Yani beni beğendin?" Güldü, yine ve yine.

"Hep bu kadar gülüyor musun?"

"Hayatla başa çıkma yöntemim bu. Sen hep bu kadar suratsız mısın?"

"Senin gibilerle başa çıkma yöntemim bu."

Derin bir nefes alıp oturduğu yere kayarak yerleşti. Aldığı nefesi verdi.

"Benim gibiler..." Şişeden bir yudum daha alıp masaya bıraktı. "Güzel gözlerin var."

Konudan konuya atlıyordu. Gözlerimi kırpıştırdım ve hemen sonra salak gibi göründüğünü düşünüp pişman oldum.

Başını camın kenarına yaslayıp beni izlemeye devam etti.

Önündeki şişeye uzanıp bir yudum da ben aldım. "Kaza değildi."

"Ne?"

"Öldürdüğüm kişi, kaza değildi. İsteyerek yaptım."

Kaşları çatıldı. Ne söyleyeceğini bir süre düşünür gibiydi. "Eminim geçerli bir sebebin vardır."

Başımı iki yana sallayıp bir yudum daha aldım. "İnsan öldürmenin hiçbir geçerli sebebi yok. Beni avutma."

"Pişman mısın?'

"Hayır." dedim hiç duraksamadan. "Hiç pişman olmadım. Bu beni kötü biri yapar işte."

"Ne meraklısın kötü biri olmaya... Hiçbir şey seni tam olarak kötü ya da iyi yapmaz. Hepimiz biraz griyiz işte."

Haklıydı. Haklı olduğunu kabul etmek istemiyordum.

"Büyükbabam gibi konuşma."

Bana doğru uzanıp elimdeki şişeyi parmaklarımın arasından usulca aldı ve yanındaki koltuğa bıraktı.

"Sen peki? Trene girmeden önce herkesi gözlemlemişsin. Senin bir ailen yok mu?"

"Yok." Gözlerini kaçırdı ve camdan karanlığa baktı.

"O kolye... Bu yolculuk için yanımıza sadece bir şey almamıza izin verdiler ve sen o kolyeyi seçtin. Senin için kıymetli olmalı."

Masanın üstünde çaldığı eski saat hâlâ duruyordu. O adamın yanına aldığı tek şeyi de yürütmüştü işte. Başka zaman olsa ona öfkelenirdim, şimdi yoğun duyguların sırası değildi.

"Evet, kıymetli."

"Kimin?" Daha çok konuşmasını istiyordum bu konu hakkında.

"Bilmiyorum."

"Ne?" Doğrulup koltuğun ucuna kayarak biraz ona yaklaştım. "Ne demek bilmiyorum?"

"Bilmiyorum işte."

"O halde nesi kıymetli? Tanımadığın birine ait olan bir kolye. Üstelik çok pahalı da değil." Durdum. "Yani... pahalı da durmuyor." Zaten buna çok takılmamıştı. "Nesi senin için bu kadar önemli?"

"Bir tarihi eser soygunundan-"

Hoparlördeki ses onun sesini bastırdı.

DEĞERLİ YOLCULARIMIZ! KURALLARDA DEĞİŞİKLİĞE GİDİYORUZ. İNECEĞİNİZ DURAĞI SEÇEBİLME HAKKI SUNUYORUZ.

Yutkundum.

BU ANDAN İTİBAREN HER DURAKTA AYNI VAGONDAKİ İKİ KİŞİ SEÇİLECEK VE TRENDE KALMAYI BAŞARABİLEN BİZİMLE YOLCULUĞA DEVAM EDECEKTİR.

Mekanik bir kahkaha.

YOL ARKADAŞINIZI ÇOK YIPRATMAMAYA ÇALIŞIN. HÜKÜMET ÇOK ADİL VE MERHAMETLİDİR. BOL ŞANS!

ZAMAN TRENİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin