Küçük Tanrı misafirimiz bizde kalalı birkaç gün olmuştu. Gerçek adını hatırlamayan yavrucuğa elbette "uyuz" diye seslenecek değildik, Elalarla birlikte bir sürü isim düşündükten sonra en çok oy aldığı için ailesine kavuşana kadar ona Çiçek demeye karar verdik. Boş zamanlarımda internetin başına geçip "Kayıp çocuk" ilanlarını tarıyordum, tek korkum ailesi ya da anası terk ettiği için kayıp olduğunu kimsenin bilmemesiydi.
Bu düşüncelerle şirkete geldiğimde, artık, Pelin Hanımla karşılaşmayacak olmamıza sevindiğimi fark ettim. Koltuğuma geçtim, Suna teyze çay getirdi, Aybüke bilgisayarının başında el sallayıp gülümsedi. Kırmızı peleriniyle "şüpey öyümcek adam" ım da gelince "değmeyin keyfime"oldum. Her iş yerine böyle bir çocuk lâzım. Hemen en yeni haberleri bana verdi:
"Aydan apla, babam bana havhav yani köpiş alacak adını Haçiko koyacağız. Filmini izledik de."
"Çok iyi, umarım barınaktan alırsınız."
"Barınaktan al'caz zaten."
"Çok sevindim o filmi ben de seyretmiştim yarım saat ağlamıştım."
"Başka hangi filmde çok ağlamıştın Aydan apla?"
"Hmm..düşüneyim: Kazablanka'nın finalinde de sular seller gibi ağlamıştım."
"Onda da mı köpiş vaydı?"
"Yok canım. O, büyüklere göreydi, savaş döneminde geçiyordu. Casuslar, kötü adamlar filan bir de çok güzel şarkısı vardı. "
O sırada patronum geldi. Gelir gelmez şüpey öyümcek adam, koşarak yanına gidip
"Harun amca, vay ya, Aydan apla Haçiko'yu seyredince yarım saat ağlamış."
demez mi? Harun Bey, başını bana çevirdi sonra tekrar çocuğa döndü.
"Hmm, öyle mi? Doğrusu benim de gözlerim yaşarmıştı. Günaydın, arayan, soran var mı Aydan Hanım?" diyerek masama yaklaşınca, adaçayı, sardunya yaprağı gibi baharat kokulu tıraş losyonu sekretaryayı hafifçe doldurdu.
"Günaydın, inşaattan aradılar, seramikler gelecek mi diye soruyorlar" dedim. Artık sevgilisiyle bozuştuğu için acaba çok üzgün müdür diye merak ediyordu çalışanlar. Doğrusu ben de. Şimdiye kadar hiç sevgilim olmadığından insanın sevdiğiyle ayrıldıktan sonraki ruh halini bilemiyordum. Gerçi Cabbar, kıza pek de öyle "canım, cicim, aşkım" lı davranmıyordu. Belki de iş yerinde olduğu için soğuktu. Sonra, "Aman sana ne kızım? Üzüldüyse de bunlar kalantor insanlar, ağzında purosuyla babası İstanbul'un en zenginlerinden. Ne olur ki Harun Bey'e? Üç güne kalmaz yeni sevgili bulur." dedim. Bu arada Haçiko'da gözünün yaşardığını söylediğinden kendisine yıldızlı pekiyi verdim. Çünkü hayvanlara karşı merhametli olmak insanlarda aradığım en önemli kriterlerden biriydi. Bu kadar dedikodu yeter; artık çeviriye başlamalıydım. Kamburumu çıkarıp, başımı bilgisayarın ekranına gömdüm ve kendimi işe verdim.
***
Saatler geçti. Akşam oluyordu. Aydan'ın annesi, ağrıyan dizlerine Voltaren merhem sürüyordu ki, halının üstünde Ela'nın getirdiği oyuncak bebek, minik çay fincanı ile evcilik oynayan Sudenaz, yüzünü ekşitti.
"Iyy! Çok pis kokuyo!" dedi.
Kadıncağız, "Ay, kıyamam Çiçeğim, romatizmam var da benim. Dur pencereyi açayım. Bir daha yatak odasında sürerim." dedi.
Pencereyi açtı sonra mutfağa gitti. Çocuğa ve birazdan işten gelecek olan kızına yemek hazırlaması gerekiyordu. Domatesli, salçalı soslu makarna ve köfte yaparım çocuklar bayılır diye düşünüyordu. O sırada kapı çaldı. Açar açmaz, gözleri fıldır fıldır oynayan, çenesinde eskiden kalma derin bir bıçak yarası, saçında faça olan, üstü başı toz, toprak içinde bir adam, beraberinde çöp kokusu getirerek içeri daldı .
Ayşe, ağzını açıp "İmdat!" diye bağıracaktı ki, tırnaklarının içi kirle dolu eli ağzına kapandı. Diğer elinde parlayan bıçak da kadının boğazına dayandı. Adam, poposuyla kapıyı kapattı ve doğruca rehinesiyle birlikte oturma odasına girdi. Girer girmez Sudenaz, titremeye başladı. Adamın gözleri ışıldadı, çarpık çarpık gülümsedi ve
" Çocuklar doğru söylemiş. Uyuz! Babanı özledin mi kızım?"
dedi. Sudenaz sağına, soluna bakındı ama kaçacak yer yoktu.
"Boşuna bakınma, evimize gidiyoruz."
Sonra Ayşe'ye döndü:
" Bıçağı çekiyorum ama bağırırsan eşekler cennetini boylarsın, kız benim kızım polisi aramıyorum bu seferlik affedeceğim. Başkasının çocuğunu öyle alıkoymak hangi kitapta yazıyo kadın?"
dedi.
Ayşe, başını sallayınca elini ağzından çekti. Aydan'ın annesi çocuğu ona teslim etmemek için aklına gelen ilk şeyi söyledi:
"Bak, ben salak değilim bu çocuğun babası olmadığın belli. Polise gidersek asıl sen yakalanırsın hem kızım, Sönmezışık Holding'de çalışıyor. Harun Sönmezışık'ın asistanı. Çok güçlü insanlar; seni şikayet ederim polise verirler. Çocuk dilendirmekten, dövmekten yıllarca yatarsın! "
" Bak sen? Sönmezışık Holding ha? İstanbul'un yarısı onların yahu. Niye daha önce söylemedin. Gel de düşünme. Uyuzdan daha kârlı bir şey aklıma geldi."
***
Saat, 18.00'de Harun Bey hariç herkes paydos etti. Yakışıklı genç adam, babasının odasında birkaç hissedarla iş konuşuyordu. Aydan, yarım saat sonra eve geldi. Kapıyı çaldı ama kimse açmadı. Annesine bir şey oldu sanarak endişelenmeye başladı ve anahtarı kilide sokup kapıyı açtı. Ayakkabılarını çıkartıp terliklerini giyerken,
"Anne? Çiçek? "
diye seslendi. Cevap gelmedi.
"Ela'lara mı gittiler acaba?" derken, televizyonun önünde duran kağıdı gördü. Bu annesinin yazısı olamayacak kadar kargacık burgacıktı.
"Ananı ve kızı sağ salim geri almak istiyorsan patronunun kasasındaki tüm paraları bana getireceksin. Polise gidersen ananı öldürürüm. Seni gizli numaradan arayacağım. Parayı getir, ikisini de al."
Aydan, "Anne!" diye bağırdı. Kanepeye çöktü. İki elini başının arasına aldı.
"Allah'ım! Allah'ım! Anneeeee! " Çaresizlik çok kötüydü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NİKÂHZEDE
ActionYeni mezun İngilizce öğretmeni Aydan, atanmayı beklerken, hayatının aşkını bulduğunu sandı ama nikâh günü terk edileceğini düşünmemişti. Peki niye? Kapak tasarımı: @zehrihan_