Bölüm 45: GAYYA KUYUSU

191 23 39
                                    

Simit Dünyası'nda ummadık şekilde Harun'la karşılaşıp allak bullak olmamın üstünden iki gün geçmişti.  Üzülmesin diye bu olayı  anneme anlatmadım. Ne yapıyor şu anda diye düşünmeye başladım. Gözümün önüne pencere önündeki çiçeklerini sulaması, dizlerinin üstünde halıları silmesi, sedire uzanıp pembe dizi izlemesi geldi. Tam ben hayal kurarken, zil çaldı, kargo geldi.  Annem kendi elleriyle yoğurduğu tarhana, içlerini oyup, ipe dizip,  güneşte kuruttuğu patlıcanlar ve dolmalık biberler göndermişti. Telefonu açıp

"Annelerin bir tanesiiiiii!" diye öpücükler gönderince sevindi canım benim yaa. 

Cuma günü çilli öğrencim yine gelmedi. Dersim bitince evlerine gitmeye karar verdim.  Kim bilir bu sefer neyle karşılaşacaktım. Yine ütü izi görmekten  korkuyordum. Bu sefer de kızcağızın saçlarının bir kısmının acımasızca yolunmuş olduğunu gördüm. Zavallı kız  utançtan okula gelemiyordu.

"Üzülme Ayşecim, bak, şöyle yapalım; seninle kuaföre gidelim güzel bir kesim yapar; kimse anlamaz. " deyince sevindi. Annesi  itiraz edecek oldu: "Paramız yok öğretmen hanım".

  "Şşşt! Aşk olsun..fikir benden çıktı onu hiç düşünmeyin" dedim. Böylece birlikte fön, sprey, oje kokan şık bir kuaföre gittik, küçük öğrencim hayatında ilk kez böyle bir yere gelmişti, güzel bir kesim yaptılar; morali düzeldi. Minicik kollarıyla bana sarıldı. Sonra da evine bıraktım ama ya yine saçlarını yolarsa, ya yine kollarına ütü basarsa diye endişeleniyordum. Annesi bir türlü polise gitmeye razı olmuyordu. "Hepimizi öldürür. " diyordu. Haksız da sayılmazdı.  Boşanmanın lafını etse dayak yiyormuş, görümcelerinin "Kadınsın, alttan al, dinimiz  kocana ses etme der; dinimiz şöyle, dinimiz böyle..." diye neredeyse adamı haklı gösterdiklerini gözümle görmüştüm,  gazeteler uzaklaştırma kararı aldıran, boşanmak isteyen eşlerini 42 yerden bıçaklayanların haberleriyle doluydu. Tüm ailesini öldürenler de yok değildi. Masum bir kediye bile uçan tekme atan herif, bu profillere o kadar uyuyordu ki, iki saat sonra sağanak yağacağının habercisi kara bulutlar gibiydi. Her şey "Bir dahaki gelişinde evin kapısında ambulans, ekip otosu,  ah, vah edip timsah gözyaşı döken görümceler ve elindeki telsizle "Cinayet" haberi geçen birkaç polisle karşılaşacaksın" diyordu.

Arabada kuru mama, su vardı. Kafam dağılsın diye ormana bırakılan ve Brigitte ile diğer merhametli insanlar olmasa hayatta kalamayacak kadersiz patili dostlara  götürmek üzere yola çıktım, bu yolun bir yanı çam ormanı, diğer tarafı ahalinin Gayya Kuyusu dediği uçurumdu. Ayşe'yi ve ailesini nasıl kurtaracağım diye düşüne düşüne direksiyon sallarken, ütü işkencecisine rastlamaz mıyım! Durdum.

Beyaz bir köpeğin  boynuna ip bağlamaya çalışıyor, ite kaka çalıların arasına götürmeye çalışıyordu.  Zavallı gariban bile adamın kötü bir şey yapacağını hissedip bacağını ısırarak elinden kurtuldu ve koşarak  çamların arasına kaçtı, adam ağzından tükürükler saçıp küfrederken, beni görüp pis pis sırıttı. O an benim içimden bir başka ben çıktı:  Gaza bastım, tekerleklerin altında ufak taşlar  takırdar, gıcırdarken, arabayı son hızla üstüne sürdüm; şaşırıp  kaçmaya başladı ama ayağı kocaman bir taşa takılınca,  bir anda yok oldu. Motor sesine uzun süren ve gittikçe azalan bir çığlık sesi karıştı. Uçurumdan aşağı düşmüştü,  arabayı son anda kırdım ve fren yaparken asfaltı inlettim. Az kalsın ben de düşecektim. Derin bir nefes verdim. İnip, ayağımın kaymamasına dikkat ederek kayalıklardan aşağı baktım. O kadar derin bir uçurumdu ki, dibini göremedim bile. Belki şaşıracaksınız ama zerrece pişmanlık hissetmiyordum tam tersine kendimi çok iyi hissettim. Hatta ya ölmezse diye korktum.  An itibarıyla bir cinayet işlemiştim.  Yeryüzünden bir pisliğin eksilmesine yardım mı etmiştim? Raskolnikov gibi ömür boyu vicdan azabı mı çekecektim?  İçimden bir ses birincinin doğru olduğunu söylüyordu. İkinciyi düşünürsem, tefeci kadın bir cani değildi ki, öldürülmeyi hak etmiyordu. Tek bildiğim artık karısının kolunu kızgın ütü ile dağlayamayacak, çilli Ayşe'yi ve üç yaşındaki kardeşini dövüp ağlatamayacak, korkutamayacak, saçlarını yolamayacak, psikolojilerini bozamayacak,  masum kedilere, köpeklere kötülük edemeyecekti. 

Çocuklara, bebeklere, kedilere, köpeklere yapılanları okuyunca, bu ülkenin filmlerdeki, dizilerdeki gibi bir "cezalandırıcı" ya ihtiyacı olduğunu  düşünürdüm. Şu anda o cezalandırıcı ben olmuştum. Annem, Harun duysa ne derdi acaba?  Dağ başı, in cin top oynuyor denilen bir yerdeydim, ne mobese, ne kamera vardı ve umarım  benim sebep olduğum asla meydana çıkmaz; bu olay Gayya Kuyusu, ben ve Tanrı'nın arasında kalırdı. 

NİKÂHZEDEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin