Bölüm18: KÖSTEBEK

224 39 136
                                    

Kenarları insan boyunda sazlarla çevrili, uçsuz bucaksız bir göl kıyısındaydım. Güneş ışınları usul usul dalgalanan suda gümüş gibi parlıyor ama ben üşüyordum. Isınmak için kollarımla kendimi sardım sanki işe yararmış gibi. "Vrakk! Vraak!" diye bağıran karabataklar sular sıçratarak göle dalıp çıkıyorlardı. Suyun dibinde sanki hışırtılar, bilmediğim yaratıklar varmış ve beni alacaklarmış gibi korktum ama güçlü kollar beni yakaladı ve kendine çekti. Kim diye bakınca şaşırdım. Gölde ne işi vardı? Bu bir rüya mıydı yoksa gerçekten Harun beyin kollarında mıydım? "

Gözlerimi açınca ne göl, ne de Harun Bey vardı. Tertemiz ve belli ki özel bir hastane odasında kolumda serumla yatıyordum. İyi ama buraya nasıl gelmiştim? Bir an kafam durdu. Sonra her şeyi hatırladım: Yangın alarmı, herkesin binadan kaçışı, karakol, patronumun gelişi ama sonra nasıl buraya gelmiştim? Kendimi çok bitkin, halsiz hissediyordum. Ayak sesleri ve annemin " Kızım nerede? Burası mı?" diye telaşla sorduğunu duymamla birlikte kapı açıldı. Alı al, moru mor, 100 metre koşmuş gibi alnında boncuk boncuk terlerle annem içeri girdi.

"Kızım! Yavrum!"

"Anne? "

"Bayılmışsın; çok korktum iyi misin kızım? Kıyamam o güzel yüzün solmuş."

"İyiyim iyiyim ama buraya nasıl geldim hatırlamıyorum. Sen niye beni dinlemedin? Çiçek nerede? "

"Elalara bıraktım. Ah kuzum,  ben, patronunla konuşup, her şeyi anlatınca,  seni görmeye gitti, ben de holdingde güvenlik ekibine ve polislere ifade verdim. Sonra  Harun bey telefon etti, karakolda bayılmışsın, şoförü alıp beni buraya getirdi. Ne iyi patronun varmış kızım adamcağız her şeyi düşünüyor. Yoksa şimdi durakta otobüs bekliyordum. Polisler, seni, beni, Çiçek'i korumaya alacaklarmış. Buradan çıkınca önce eve gidip birkaç parça eşyamızı alacağız; sonra doğruca onlarla gidecekmişiz, yerimizi kimse bilmeyecekmiş. Sen iyi misin? Bir şey getireyim mi? İçecek? Yiyecek? "

" Anne açlıktan öldüm...bir tost..."

"Ah kurban olurum dur hemen getiriyorum. Bekle..."

Ayşe, romatizmalı dizlerinin izin verdiği ölçüde koşar adımlarla koridora fırladı, Serengeti düzlüklerinde yavrusunun aç olduğunu bilen aslanın aklındaki tek şey nasıl evladının karnını doyurmaksa, o da şu anda sadece onu düşünüyordu. Sora sora kafeteryaya indi. Kaşarlı, sucuklu tost, meyve suyu sipariş edip bir sandalyede beklerken, Harun Bey de polis merkezinde soygun işini araştıran ekibin başındaki komiserle konuşuyordu:

"Merak etmeyin Harun Bey, soyguncular yakalanana kadar sekreterinizi ve ailesini korumaya alacağız. "

" Yerlerini kimse bilmeyecek değil mi?"

"Kesinlikle. "

"Çok teşekkür ederim komiser bey."

İki adam tokalaşıp ayrılırken, evrak getirmek için odaya giren genç bir polis kimsenin dikkatini çekmedi. Kısık gözlü adam dosyayı masaya bırakırken kulağı onlardaydı. Faça Ahmet'in rüşvetle kendisine bağladığı aç gözlü herifin aklındaki tek soru

"Acaba hangisine götürecekler?" di çünkü birden fazla güvenlikli ev vardı.

On dakika sonra yatakta sırtını yastığa yaslamış Aydan, yanaklarını şişire şişire tostunu yerken, annesi de yatağın kenarında kızının ipek gibi yumuşak saçlarını okşuyordu.

"Mmm!  Nasıl acıkmışım....Off! Harun beyin yüzüne nasıl bakacağım?"

" Merak etme çok anlayışlı bir patronun var. Sana kızmışa da hiç benzemiyordu."

" Ya yine de çok utanıyorum, kim bilir ne kadar parası çalındı şirketin? Çalıştığım yerin soyulmasına yardım ettim! Suna teyze, Aybüke ne düşünecekler?"

" Kızım polis bulunca parayı da yerine koyarlar inşallah...."

" Offf! Keşke hiç işe alınmasaydım burada...."

" Bunu duyduğuma üzüldüm Aydan Hanım!"

Genç kız, heyecandan maviden laciverte dönen gözleriyle  kapıya baktı. Elinde bir buket papatya ile kedi gözlü genç adam kapının eşiğinde duruyordu.

" Harun Bey!" diyen Aydan, kulaklarına kadar kızardı. Patronu:

" Senin gibi iyi bir tercümanı işe aldığımız için memnunuz. Sen de bizden memnunsun sanıyordum." deyince kekeleyerek yanıtladı:

"Ben....ka....kasanızı soymalarına yar....dım ettim."

Aydan başını öne eğdi, yatağın açık mavi pikesinin desenlerine bakmaya başladı.

" Aydan Hanım; sizin yerinizde ben de olsam aynısını yapardım. Üzülmeyin. Holdingde kimse sizi suçlamıyor inanın."

diyen Harun, kızın annesine döndü.

" Ayşe Hanım, siz de korkmayın artık. Şimdi daha iyisiniz ya? "

" İyiyim, iyiyim. Sağ olun, Allah razı olsun sizden Harun Bey.  Şey, alayım çiçekleri. Suya koyayım. Çok teşekkürler."

Kadıncağız,  Harun'un elindeki buketi alıp, Aydan'ın yanındaki komodinin üzerine koydu ve boş vazoyu alıp su doldurmak için yanındaki banyoya girdi. O sırada beyaz önlüğüyle genç bir hemşire kız, geldi. Elinde tansiyon aleti vardı.

"Aydan Hanım, tansiyonunuzu ölçmeye geldim.  Birazdan hocam da gelecek." dedi.

Hemşire gelince, Harun Bey, kız rahat etsin diye koridora çıktı.  Tansiyonu ölçülürken boynunda steteskopla, yaşlı ve tonton bir doktor olan Oktay Hoca içeri girip sordu:

" Evet? Baygın kızımız nasıl oldu bakalım? Siz annesi misiniz?"

Hemşire, " Hocam, tansiyonu normal. " derken, Ayşe de evet anlamında başını salladı. 

"Hmmm...e, elimdeki tahlillere göre de turp gibisin. İstediği zaman eve gidebilir annesi."

Anne, kız gülümseyerek doktora teşekkür ettiler. Hemşire ve doktor çıkınca, Harun Bey tekrar içeri girip;

" Doktoru duydum, geçmiş olsun. Polisler bizi bekliyor. Hadi gidelim." deyince, Ayşe;

"Şey, hastanenin şeyi....? "  diye sordu. 

"Ayşe Hanım, merak etmeyin. Zaten burası bizim holdingin hastanesi."

"Ama .....ama...çok mahcup...."

Harun, " Ayşe Hanım, Ayşe hanım...." diyerek elini kadının omzuna koydu ve gülerek ekledi: 

" Merak etmeyin; iflas etmeyiz."

Böylece Ayşe ve kızı rahatladılar. Yarım saat sonra evlerine uğramış, küçük bir, iki çanta yapmış, Çiçek dedikleri Sudenaz'ı almış ve polislerle birlikte güvenli eve doğru yola çıkmışlardı.

NİKÂHZEDEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin