"Hayır! Hayır! Haayııır!" diye bağıran Harun, koşup ateş edeni mi yakalasam yoksa ambulans mı çağırsam diye düşündü. Yaşlı ressam iki kaşının ortasından vurulduğundan yapılacak bir şey kalmadığını tahmin etti. Koşarak silahlı saldırganın peşinden gittiğinde başında siyah kask olan motosiklet "Growww!" diyerek uzaklaştı. Birden durdu. Arkasını dönüp Harun'a baktı; sonra karanlık sokakta gözden kayboldu.
" Allah belanızı versin!"
diyen genç adam, kendi arabasına koştu ama çöp kamyonu zaten daracık yolu tıkamıştı. Binip takip etse de yetişemezdi. Telefonunu çıkartıp 112'yi tuşladı ve açan kıza "Silahla yaralanma....ihtiyar birisi tam yaşını bilmiyorum....Leblebi Meyhanesi...dedi. O sırada insanlar birbirine çarparak mekandan kaçışıyordu.
Polise ifadede adamla niye tanıştığı konusunda mecburen yalan söyledi. Adli tıpta otopsiden sonra ısrar etse de, polis mermiyi delil olduğu için vermedi. Cenazesine kimsenin sahip çıkmadığı Kenan, kimsesizler mezarlığına defnedilirken yakını olarak sadece Harun vardı. İçinden "Benim yüzümden öldü. " diye suçluluk duyuyordu. Adam toprağa verildikten sonra aile büyüklerinin mezar taşlarını yapan şirkete telefon etti; mermer ustası;
" Not ettim Harun Bey; Değeri bilinmemiş akademili ressam, aşk acısından derbeder Kenan Doğanay. 15 güne hazır olur efendim."
dedi. Adamcağızın az sonra öleceği içine doğmuş gibi vasiyetini ona söylemesinin kaderin nasıl bir cilvesi olduğunu anlaması için beyninin tüm hücrelerini kullansa bile bir cevap bulamadı.
Telefonu kapatan Harun, artık bir hacker bulmaktan başka çaresinin olmadığını düşünüyordu. Böyle birini bulmadan önce çok özlediğinden Aydan'ı görmek için Çağdaş Market' in karşısına gitti. Arabadan baktı baktı ama kasada başka iki kız vardı. İnip karşıya geçti.
"Aydan Hanım yok mu? " diye sordu.
Kasiyer kız,
"Aydan Hanım ayrıldı."
diye cevapladı. Harun,
"A, öyle mi? " dedi. Kuyrukta elinde sütler, peynirler, çocuk mamalarıyla bekleşenler vardı, başka soru sormaya çekindi. Yüzü düştü, başı önde çıkmak üzereyken, kız arkasından
" Ataması yapılmış Balıkesir'e gitti."
diye seslendi. Yüzü aydınlanan Harun, "Sağ olun, çok teşekkürler." dedi. Bu yanıta öyle sevinmişti ki, çıkmak üzereyken vaz geçti, ne aldığına bakmadan, raflarda eline gelen şeyleri kollarına doldurdu. Kasiyer, yeşil, pembe mandalları, file limonları, çikolata, bisküvi, gofretleri kasadan tek tek geçirirken,
"Ne yaptım ben yahu ?"
diyordu. Marketten çıktıktan sonra arabasına bindi, küçük oğlanların top oynadığı bir sokakta aldıklarını kaldırıma boşalttı. Poşetle koyarsa bomba sanıp polis çağırabilirlerdi. Arkasından 7 ve 8 yaşındaki çocuklar
"Anaaa! Oha! Yaşadık lan"
diyerek, ağızları, burunları çikolataya bulanana kadar gofret yediler. Harun ise Aydan'ı uzaktan da olsa göremeyeceği için üzgün olsa da, kız için sevindi. Çocuklar ne şanslılar genç, güzel bir öğretmenleri olacak eminim çok sevecekler diyordu. Tahmininde yanılmıyordu. Aydan, okulun en sevilen öğretmeni olmuş hatta kimilerinin kıskançlık ve çekememezlik radarına bile girmişti. Harun, virajı alırken kızın "This is a book" diyerek ders verdiğini hayal etmeye başladı.
XXX
Balıkesir'deki günlerim çok güzel geçiyordu. Bunda Parisli gönlü genç kendisi yaşlı arkadaşımın ve teneffüslerde bile yanıma koşan, minik öğrencilerimin büyük payı vardı. Cumartesi ve Pazar'lar okul tatil olduğu için soluğu beyaz saçları incecik örgülü Brigitte'in yanında alıyor ve onun anılarını dinliyordum.
"Aydancığım bak tam burada denize girerdik. Akşam yemekten sonra bol yıldızlı Ay ışığında gençler kumların üstünde bağdaş kurup, çember şeklinde otururlar, bazen ortada bir ateş yakarlardı, sahilden serin rüzgâr eser, alevler yüzlerine vurur, dalgalar hafif hafif kıyıya çarpar, hemen şuradaki lokantadan ızgara köfte kokuları burnumuza gelirdi. Hasan isminde güzel gitar çalan, boylu boslu bir delikanlı vardı; İspanyol gitarını alıp,
" İki yabancı, kalpler birleşmiş, iki yabancı eller birleşmiş...."
diye şarkıya başlardı. Sesi güzel bir kız olurdu mutlaka ve o da şarkıyı söylerdi. Ajda'nın bu şarkısını ilk bu kumsalda dinlemiştim. Herkesin dilindeydi. Yazın kız, erkek herkes şortla, mini etekle gezerdi, kimsenin haddi değildi öyle karışmak, laf atmak, şort giydi diye minibüslerde insanları tekmelemek! Filiz Akın, Cüneyt Arkın, Ediz Hun'un filmleri gelirdi yazlık sinemaya. Tahta sandalyelere oturup çıt- çıt - çıt çekirdek çitleyerek,
"N'ayır Mübin! Bu sen olamazsın! " lar seyredilirdi. Ediz Hun, beyaz denizci üniformasıyla kızların başını döndürürdü. Evlenince çoğu genç kız karalar bağladı. Bense, onu Filiz Akın'a çok yakıştırırdım. Yaa, işte böyle..."
" Seni sabaha kadar dinleyebilirim Brigitte." dedim.
"Çenem düştü. Yaşlılar öyle oluyor ama hadi biraz da sen anlat, bu güzellikle seni nasıl bekar bıraktılar kız ?" diye sorunca yüzüm düştü, gözlerim lacivert Ege'nin en uzak çizgisine kadar daldı. Brigitte;
"Kötü bir şey olmuş! "
diye haykırdı. Artık ona anlatmanın vakti gelmişti. Yüzümü omzuna gömüp Şile bezi, nakışlı bluzünü, renk renk incik boncuklarını ıslatana, elimdeki kâğıt mendil hamur olana kadar ağlamaya başladım; bana annem gibi sarıldı."
"Ağla bebeğim ağla, açılırsın." dedi ve ona Harun'u anlattım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NİKÂHZEDE
ActionYeni mezun İngilizce öğretmeni Aydan, atanmayı beklerken, hayatının aşkını bulduğunu sandı ama nikâh günü terk edileceğini düşünmemişti. Peki niye? Kapak tasarımı: @zehrihan_