İşe alındığım için o kadar mutluydum ki, "Ben Norveç'te filan doğmalıymışım. Nefret ediyorum sıcaktan!" diyen biri olmama rağmen gözlerimin içindeki gülümseme silinmedi ve arabanın içinde 40 dereceye çıkan; lacivert takımımı sırtıma yapıştıran İstanbul sıcağı bile keyfimi bozamadı. İç sesim "İş bulduum. İş bulduum. İş bulduum." olan bir şarkı söylüyordu. Yarım saat sonra eve geldim. Ayakkabılarımı çıkarırken burnuma tarçınlı, elma kek kokusu geldi. Nerede olsa annemin elmalı kekinin kokusunu tanırdım. Annem;
" Hoş geldin kuzucuğum. Kutlamak için..." deyince, lafını kestim ve
" Biliyorummm! Mis gibi kokuyor!" dedim.
Ana-kız birlikte mutfağa girdik. Ben fırının camından üzerinde pişmiş üzüm taneleri, erimiş elmalar olan kabarmış keke bakıp "Mmm! Duş alıp koşuyorum. Gömleğim üstüme yapıştı." dedim ve annem çayı demleyene kadar banyoya girdim. Sıcak suyu açtım, kafamı yukarı kaldırdım, ılık su yüzüme, saçlarıma yağdıkça tüm yorgunluğum gitti. On beş dakika sonra saçımda havluyla oturma odasındaki kanepeye oturdum, bir yandan çay içip, keklerimizi mideye indirirken, anneme merak ettiklerini anlatıyordum:
" Uuu, kocaman bir bina! On- on beş katlı. Hepsi Sönmezışık'lara ait. Benim katta mimarlar çalışıyordu."
"Patronun nasıl biri? İnşallah iyi biridir."
"Cabbar'a benziyor."
"Cabbar kim kız? "
"Bizim mahallenin kedisi Cabbar var ya?"
"Kız Allah iyiliğini versin. Patronun kediye mi benziyor? Bak iş yerindeyken dalıp böyle konuşma yeni işe girmişken kovulma."
"Yok, yok, aramızda. Sadece gözleri benziyor. Yeşil ama içinde sarı pırıltılar var."
Aydan'ın haberi yoktu ama annesi, kızının daha ilk günden adamın gözlerini bu kadar ayrıntılı tarif etmesinden işkillenmiş ve "Aman bu deli kız patronuna aşık filan olmasın? "diyordu.
Böylece akşamı ettik. Artık işsiz değildim. "Atanınca belki istifa ederdim sonuçta öğretmenlik daha iyi. Yazın tatili bol. Yarın ne giysem acaba? Nasılsa işe alındım kot ve beyaz bluz ve spor ayakkabı iyi olur. Defile yapacak değilim ya. Her gün değişik renk bluz arada keten pantolon da giyerim. İlk maaşımla annemi özel doktora götüreceğim." gibi düşüncelerle uykuya daldım. Sabah, telaştan kapıya çarparak, dolaba toslayarak giyindim. Annem de benim kadar heyecanlıydı. "Sen uyu, kalkma" dememe rağmen benden önce kalkmış; kahvaltı hazırlamıştı. İki lokma peynir, zeytin, biraz çay içmeye ancak vaktim vardı. Anneme öpücük gönderip çıkarken arkamdan dualar ediyordu.
Saat tam 09.00'da Harun Beyin katındaydım. Emekli olacağı için işi bırakacak olan Mehpare Hanım bana tekrar hayırlı olsun dedi. Yaşlı ama şeker bir kadındı. Sonra fax, fotokopi makinesi, dahili telefon nasıl kullanılır öğretti. Çay ocağında kahve, çay yapan Suna teyze vardı. "Harun Beyin kahvesini Suna teyze yapar ama odasına siz götüreceksiniz" dedi. Olur da Suna teyze o gün işe gelmemişse ben yapacaktım.
"Harun Bey çayı, kahveyi şekersiz içer."
" Göbek yapmasın diyedir. Şeker erkeklerde göbek yapar ya. Benim rahmetli dayımın...."
Tam o sırada Mehpare hanım bana kaş, göz işareti yaptı, arkama dönünce Harun Beyle burun buruna geldim. İçimden " Allah'ım bu adam her hafta binlerce lira verdiği spor salonlarında kocaman şeyleri kaldırıyor, spor yapıyordur, göbeklenecek en son kişi! Ben niye böyle patavatsızım?" derken yüzüm pancar gibi olmuştu.
" Kovuldum mu?"
diye alçak sesle sordum. Bana saatler gelen bir sessizlikten sonra
"Kovulmadınız Aydan Hanım ama bu tür fikirleri kendinize saklarsanız sevinirim."
"Çok özür dilerim. Bir daha olmaz."
"Tamam, Mehpare Hanım, ağrı kesici var mı?"
"Parol var Harun Bey."
"Olur."
Aniden siyah saçlı, boya küpü, mini etekli benden beş yaş filan büyük bir kadın "Günaydın aşkım!" diyerek yanımızda bitti. Ayağındaki topuklar 6 santim vardı. Nasıl yürüyor merak ettim.Harun Bey, "Sana kaç kez iş yerinde böyle hitap etme dedim Pelin?" diyerek kızı azarladı. Ben, fırsattan istifade masama kaçtım ve önümdeki bilgisayara gömülmüş gibi yaptım."
Üçü mutfakta biraz konuştular sonra el sıkışıp ayrıldılar. Mehpare Hanım asansörün düğmesine bastı. Az sonra kapı "Ding!" diye açılınca girdi ve kapı tekrar kapandı. Harun Bey ise camlı bölmeyle ayrılmış olan mimarların bölümüne gitti. Üzerinde çizimler olan bir masaya eğilip incelemeye başladı. O esnada Pelin Hanım tepeden tırnağa beni süzdü ve
"Demek yeni sekreter sizsiniz. Hayırlı olsun."
dedi ama yüzü, gözü, sesinin tonu "Senden hiiiiç hoşlanmadım." diyordu. Neden böyle davrandığını anlamamakla birlikte beni sevmediğini hissettim. İnsan, başka bir insanı sevip sevmemeye ilk iki saniye içinde karar verirmiş. Psikoloji kitaplarına meraklıyım orada okumuştum.
Böylece ilk günüme kötü başlamış oldum. Gerginlikten başka hatalar yaptım: Ahmet'i bağlayacakken Mehmet'i, Mehmet'i bağlayacakken Ayşe'yi bağladım. Hakkımda "Şaşkaloz kız" filan diyorlardı kesin. Sinirden tuvalete attım kendimi. Kapı sesi duydum, iki kız makyaj tazelemeye gelmişti. Biri, ötekine isim vermeden "Yarın kovulacakmış." demez mi! Elim tuvalet kâğıdına gitti. Metrelerce alıp alıp gözyaşlarımı silmeye başladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NİKÂHZEDE
AksiYeni mezun İngilizce öğretmeni Aydan, atanmayı beklerken, hayatının aşkını bulduğunu sandı ama nikâh günü terk edileceğini düşünmemişti. Peki niye? Kapak tasarımı: @zehrihan_