Sönmezışık Özel Hastanesi'ndeki profesörün verdiği iğneler 15. günün sonunda bitti ve patronumdan izin alarak annemi aç karnına kontrole götürdüm. Babacan tavırlı, 60 yaşlarındaki uzmanı çok sevmiştik. Steteskobunu kulaklarına takıp annemin sırtını dikkatle dinledi, öksürün dedi, film çektirdi, kan aldırttı. Sonuçlar gelene kadar kafeteryada tost yiyip, sıcak çay içtik. Özel hastane olmasa kim bilir kaç gün beklerdik. Nihayet sonuçlar çıktı. Doktor bey;
"Geçmiş olsun; enfeksiyon bitmiş; ama sabah akşam antibiyotiğe devam. Üç ay sonra kontrole bekliyorum. Büyük ihtimalle ilacı keseceğim. Bundan sonra güzel kızımız işleri yapacak; siz bol bol dinleneceksiniz. Üşütmek yok, cereyanda kalmak yok. Hamaratlıktan öyle terli terli cam silmek yok! Aman ha! Nükseder ."
deyince utanmasam yaşlı adamın boynuna sarılacaktım; kimseye tepeden bakmıyordu, doktor kibri denen şeyden uzaktı. Çok teşekkür ettik, saklayın dediği CD'mizi, raporumuzu alıp çıktık. Yolda annem
"Kızım, senin patronunun sayesinde hastane köşelerinde beklemeden çabucak iyileştim, para da vermedik; soygun konusunda senden şikayetçi olmadı. Hem doktora, hem Harun beye bir hediye mi alsak?"
deyince, zınk diye durdurdum arabayı, neyse ki, bomboş yoldaydık.
"Sahi anne ya....onca tahlil filan rahat 2 – 3 bin lira alırlardı. Doktora hediye kolay: Güzel bir saksı çiçek ve çikolata alırız ama Harun beye ne alalım ki? Doktor ve kadın olmadığı için çiçek de, çikolata da olmaz."
"Sür de eve gidince düşünelim kızım."
"Tamam anneciğim." diyerek arabayı tekrar çalıştırdım ama içimden de ne hediye uygun olur diye düşünüyordum. Bana kalsa dünyanın en güzel hediyesi kitaptı ama okuduğu bir kitabı alabilirdim o yüzden kitabı eledim. Oğlan çocukların top oynadığı sokağımıza gelene dek aklıma hiçbir şey gelmedi.
Bu arada her akşam Sudenaz'la telefonda "milyon milyon saat" olmasa da konuşuyorduk. Artık gerçek ismine alışmıştık. Söylediğine göre kendisi de sevmişti. Annem, banyo yapmaya gitti, ben de ocağa makarna suyu koydum. Ayrıca köfte de yapacaktım. Yumurta, kara biber, tuz, köfte harcı, azıcık suyla elimi ıslata ıslata kıymayı yoğururken yine hediye işini düşünüyordum. Sonunda kararımı verdim:
Cumartesi bir AVM'ye gittim. Hediyelik eşya satan mağazada ne çok ucuz, ne çok pahalı, içinde zarif çiçekler, mor, sarı kanatlı kelebekler olan kristal, bir kâğıt ağırlığı aldım. Cep telefonumdan anneme de gösterdim; çok beğendi. Aslında aklım Piri Reis haritalı olanında kaldı ama 2.000 liraydı. Hediye paketi yaptılar. Minik bir karta da
"Annem ve ben her şey için çok teşekkür ediyoruz. Ayşe; Aydan."
yazdım.
***
AVM'de hediye seçen güzel kızın, Harun da kendisini düşündüğünden haberi yoktu. Genç adam bilgisayarının ekranında Aybüke'nin çektiği fotoğraflara dalıp gitmişti ve kızı daha yakından tanımak için can atıyordu. Resimlerde Aydan kitap okurken, yemek masasındaki şamdanı yakar gibi yaparken, şömine önündeki pofuduk yastıklarda alevleri seyrederken – teknik ekibi, fotoşopla şömineyi yanar hale getirmişti – o kadar sevimli ve gerçekçi çıkmıştı ki, gülümsedi.
Kendi çevresindeki sosyetik kızlarla Aydan'ı kıyaslıyordu. O küçük kız onların mutfağına gizlice girse kapı dışarı edip; hizmetlilere "Ay! O çocuğun dokunduğu yerleri çamaşır suyuyla temizle! Bitli midir! Mitli midir? " diyeceklerine de emindi. Aydan ve annesi ise kıza kucaklarını açmış ve bu yüzden başlarına gelmedik kalmamıştı. İçindeki bir ses sonunda doğru kızı bulduğunu söylüyordu.
Pazartesi, Aydan işe mahsus on beş dakika erken geldi; kalbi çarparak içeri girdi, şık paketi patronunun masasının üzerine koyup, kapıyı kapatıp yerine geçti. İçinden "İnşallah beğenir" diyordu. Aybüke ve Suna teyzeye söylememişti çünkü utanıyordu. O sırada kahve makinasının önünde ayakta durmuş, kendi evinden getirdiği Galatasaray logolu fincanına filtre kahve dolduran ve Harun'un sahip olduğu her şeyi – özellikle hiç binip gösteriş yapmadığı halde evinin garajında durduğunu gazetelerden öğrendiği kırmızı Jaguar'ını- kıskanan, ince tel çerçeveli gözlüklü, dudaklarının kenarı hafif yukarı doğru kalkık olduğundan yüzünde her an gülümser gibi bir ifade olan muhasebeci Cem'in gözlerinin sarı uzun saçlarında, lacivert gözlerinde ve biçimli bacaklarında gezindiğinin farkında değildi. Daha önemlisi şirkette hiç kimse, bu adamın ne kadar tehlikeli biri olabileceğini bilmiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NİKÂHZEDE
AcţiuneYeni mezun İngilizce öğretmeni Aydan, atanmayı beklerken, hayatının aşkını bulduğunu sandı ama nikâh günü terk edileceğini düşünmemişti. Peki niye? Kapak tasarımı: @zehrihan_