Bölüm 46: NE KAÇIRDIĞINI GÖR

201 24 49
                                    

Sevgi, kocası akşam eve dönmeyince, bazlama, gözleme yemekten 120 kilo olmuş görümcesini aradı; abisinin bazen iki gün evine gitmediğini bilen kadın, gözünü televizyon ekranından ayırmadan "Gelir, gelir..." dedi. Adam, ertesi gün, daha sonraki gün, perşembe pazarının olduğu gün de gelmeyince, polise kayıp başvurusunda bulunuldu. Çilli kızçe, her akşam minik avuçlarını bitiştirip;

"Allah'ım ne olur babam hiç gelmesin. "

diye dua ediyordu. Polis ise her yerde adamı aramasına rağmen bir ipucu bulamadı. Sanki yer yarılmış, yerin içine girmişti. Sonradan bir inşaat işçisi,  yüzü pancar gibi kızararak adamın sık sık ormandaki sahipsiz köpeklere gittiğini ve bu gidişin onlara iyilik yapmak için olmadığını da söyleyince çamlıkta arama yapılmasına karar verdiler. Bir polis;

" Allah'ın cezası bir sapığı  mı arayacağız? İnşallah bir köpek malum yerini kopartmıştır da gebermiştir." deyince, arkadaşı ona hak verdi.

Birkaç saat sonra Gayya Kuyusu'nun orada  daire şeklinde dönen kargalar, birkaç kızıl akbaba görünce, bir arama kurtarma görevlisi iple aşağı indi ve gözleri oyulmuş, kafatası kırılmış, kırmızı et parçalarını didikleyen akbabalar, vızır vızır uçan yüzlerce sineğin milyonlarca kurtçuğun kemirdiği patlamış bağırsaklarına üşüştüğü zalim ve hayırsız kocanın leşiyle karşılaştı, olay yerinde inceleme, adamın düşüş şekli filan derken kaza raporu verildi. Yağan yağmur Aydan'ın arabasının tekerlek izlerini çoktan kapatmıştı.  Hava karardı, yıldızlar çıktı.  Sevgi, başsağlığına gelenlerin gitmesini bekledi; mavi kapının önündeki tüm misafir ayakkabıları yok olunca, küçük mutfağına girip bir güzel helva yaptı, pişince sıcak sıcak yiyip, çay  içtiler ve hayatlarında ilk kez huzurla uykuya daldılar. 

Genç İngilizce öğretmeni o kadar rahatlamıştı ki, günlerdir uğramadığı İnstagram sayfasını açtı. Roman mahallesindeki trajikomik "gelinlikli intikam videosu"ndan sonra hiçbir paylaşım yapmamış; atanınca, öğretmen ve öğrencileri düşünerek onu da silmişti. Harun'un bir gün kendisine dönme ihtimali ile gururu çarpışıyor ve bu düellodan gururu galip çıkıyordu o yüzden de yeni paylaşımlarında genç adamı hâlâ unutmadığını belli edecek en ufak ima, söz kırıntısı bile koymamaya dikkat etti. 

Her gün bir umutla, kızın İnstagram'ını tıklayıp, hayal kırıklığına uğrayan Harun'un gözleri,  yeni fotoğrafları görünce kocaman açıldı.

İlk fotoğrafta sınıfta, öğrencilerinin ortasındaydı. Siyah pantolon, ceket giymiş ve uzun, sarı saçlarını topuz yapmıştı. İkincisinde, Orfanos Cafe'de Brigitte  ile çay içiyorlardı. Şehirdeki sarmanlar, tekirlerle bol bol paylaşımı ve Balıkesir manzaraları vardı. Sonuncu;  Brigitte'in yazdan kalma bir günde çektiği bir videoydu. Üstelik dinlendirici bir de müzik eklemişti: 

Güzel kız, üzerindeki tiril tiril, uzun çiçekli elbisenin eteğini ıslanmasın diye yukarı sıyırmış; kumlarda çıplak ayak izleri bırakarak, deniz kıyısında yürürken, köpüklü dalgalar, sular sıçratarak bacaklarına çarpıyor, güneşin rengini toplamış uzun saçları imbatla uçuşuyor, bir anda başını döndürüp kameraya gülümsüyordu. Hollywood yıldızlarına taş çıkartan bu kısacık filmin bir ismi olsa

"Ne Kaçırdığını Gör Harun!" 

olurdu.  Yeşil gözlü adam yarım saat ekranın başından ayrılamadı. Hacker ile buluşması gerekmese akşama kadar ayrılmayacaktı.  İsmi Tunç olan bilgisayar dehasıyla holdingin önündeki havuzun orada buluşup, birlikte içeri girecek; dolayısıyla kimse kimlik sormayacaktı. Genç patron saatine baktı; delikanlının gelmesine az kalmıştı. Asansöre binip, aşağı indi.  O sırada mimarların odasındaki kızlar; 

"Hiiiii! Ayyy! "  

diye çığlık atarken; erkekler hayranlık ıslığı çaldı. Bu tezahüratın sebebi müdürlerinin bölüme hediye olarak getirip masalarına bıraktığı,  75 Dolarlık Rembrant marka,  boya kalemleriydi. Hepsi masaya üşüştü. Bir define sandığı açar gibi, nefeslerini tutarak; kutunun kapağını yavaşça kaldırdılar; uçuk maviden, leylağa oradan mora geçen, her rengin  beş, altı tonunun olduğu 72 adet kaleme bir çocuğun çikolatalı, çilekli pastaya baktığı gibi bakmaya başladılar. Aybüke;  toz pembe olan kalemi eline aldı;

" Oy, oy ,oy, şuna bittim; ben bugün burada yatarım; perspektifi bitirmeden eve gitmem." 

dedi ve dediğini de yaptı. Akşam herkes çıktıktan sonra ışıklar otomatik olarak kısıldı. Genç kız  masasındaki akrobatı açtı, kahvesini aldı, kulaklıklarını takıp bir Bossa Nova koyduktan sonra aklını başından alan kalemlerin tadını çıkarta çıkarta, Antalya'daki otelin sütunlu balkonlarını, kemerli kapılarını, bahçesini renklendirmeye başladı. Masası kocaman bir kolonun arkasında olduğundan, Aybüke'nin orada olduğunu kimse bilmiyordu. Birazdan Burhanettin Beyin  odasında silahların konuşacağını da.

NİKÂHZEDEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin