Bölüm 42: ÇİLLİ AYŞE

192 26 53
                                    

"Good morning children."

diyerek 2 – B' nin tebeşir tozu kokan sınıfının kapısını açınca, minik öğrencilerim ayağa fırlayıp, hep bir ağızdan

"Good morning teacher! " dediler.

Küçük çocuklara yabancı dil öğretirken masallardan faydalanmam çok hoşlarına gidiyordu. Onlar için İngilizce hikaye kitabı da almıştım ama önce yoklama yapmaya başladım. Sıra çilli Ayşeciğime gelince küçük çocuğun bir gözünün yine mosmor olduğu dikkatimi çekti. Yine diyorum çünkü daha önce de diğer gözü mosmor gelmiş ve yanlışlıkla kapıya çarptığını söylemişti. Bunun iki ayaklı bir kapı olmasından şüphelenmeye başladım.

Ders bitti, çocuklara çıkabileceklerini Ayşe'ye ise kalmasını söyledim. Herkes sınıfı terk ettikten sonra küçük kıza annesiyle tanışmak istediğimi söyledim ve küçük kızla birlikte arabama bindik.  Beyaz boyalı tek katlı bir evi işaret ederek "Bu ev ört'menim" dedi. 

Gösterdiği evin kapısından 28, 29 yaşlarında, Charles Dickens'ın Fagin'ine benzeyen çatık kaşlı biri çıktı, çıkmasıyla ciğerlerinin tüm gücüyle yere tükürdü; midemin kalkması geçmeden;  kapının önünde duran siyah - beyaz kediye tekme atarak zavallıyı bir metre uzağa fırlattı. Kediler kırmızı çizgim diyen benim için dehşet bir andı.  Ayşe,  tanık olduklarım yüzünden kıpkırmızı olmuştu. "Baban mı?" deyince başını salladı. Bu arada zavallı kedicik can havliyle koşarak uzaklaştı inşallah iç kanama filan geçirmez diye dua ettim ve evin yakınına park ettim.  Mavi boyalı kapının önünde oraya buraya atılmış ayakkabılar,  bahçede insan boyuna yaklaşmış pembe deve gülleri vardı.  

Zile bastım, başı kapalı, iki gözü mosmor, ağzının kenarı kanamış genç bir kadın kapıyı açtı. Beni görünce şaşırdı. Şoke olduğumu belli etmemeye çalışarak;

"Merhaba, kusura bakmayın rahatsız ettim; ben, Ayşe'nin İngilizce öğretmeniyim. Misafir kabul ediyor musunuz?."

dedim. "Buyurun, buyurun hoca'nım, hoş geldiniz." dedi. Ayakkabılarımı çıkartırken terlik uzattı, giydim.

 Pınardan su içen ceylan manzaralı yeşil duvar halısının asılı olduğu sedire oturdum. Kenarda bir odun sobası vardı. Ayşe'nin ders kitapları, defterleri sehpadaydı. İçeriden bebek ağlaması gelince, gitti ve kucağında bir bebekle geri geldi. Gazı varmış sırtına vurunca çocuk rahatladı. O sırada 3 yaşlarında bir oğlan da kapıdan başını uzattı ; onun da bir gözü mosmordu. Yalın ayak çocuk bana korkuyla bakarken, annesi

" Mehmet, git çorap giy üşüteceksin."

deyince tekrar odaya kaçtı. Kadıncağız "Ne içersiniz hoca hanım?" deyince belli ki, az önce dayak yemiş zavallıya "Sağ olun, bir şey almayayım zaten çok oturmayacağım, Ayşe çok çalışkan, çok memnunum. Çok iyi bir öğrenci." dedim. O halle bile mutlu oldu. Sonra yalnız konuşabilir miyiz diye sordum. Küçük kızı odasına yolladı ve baş başa kalınca önce biraz sohbet ettik. Sonra kendisinin, Ayşe'nin ve küçük oğlanın mor gözlerini sordum. Önce düştük, kapıya çarptık filan dedi. Kocasının ismini söylemişti. 

 " Bu kapının adı İsa mı?" diye sordum.

Kadıncağız başını öne eğdi. "Bakın, hepiniz şiddet görmüşsünüz. Böyle olmaz. Karakola gidelim birlikte.  " dedim.

Çok korktu, "Beni de öldürür, çocukları da öldürür. Hiçbirimize acımaz onun acıması yoktur çocukların yavru kedisi vardı, yoğurt yapacaydım, süt mutfakta ılınıyordu, ağzı açıktı; kedicik birazcık süt içmiş, çıldırdı oracıkta öldürdü,  oğlum da, ben de çok ağladık; ağlaya ağlaya gömdük bahçeye. İçim yandı daha üç aylıktı. Böyle böyle çocuklar da büyüyünce psikopat olacak diye korkuyorum."

demez mi? Bu işe bir çözüm bulmalıydım ama nasıl?

xxx

Aydan,  ne yapacağını düşünürken, Ankara'da  "Protokol yolu" denen yolu suikast korkusuyla son sürat geçen çakarlı, gıcır gıcır siyah makam otoları beş dakikada ülkenin yönetildiği konutun kapısına dizildiler. Kulaklarında telsiz, gözlerinde siyah gözlükler, takım elbiseli korumalar kapıları açtılar,  Tayyar Cengizoğlu,  mahkeme duvarı gibi bir suratla kırmızı halı serili yoldan içeri girdi, kapitone deri kaplı odasına girdi, az sonra rüküş, zevksiz bol varaklı, her yanı oymalı sehpanın üstündeki not defterini Milli İstihbarat'tan sorumlu kişinin kafasına fırlattı. 

"Bu adamın her gün gazetede uyuşturucu baronlarıyla resimleri çıkıyor."

"Maalesef efendim."

"Buna bir son vermek lâzım. Yoksa ucu sana, bana kadar gelir. İçinden çıkamayız. Burayı başımıza yıkarlar. "

"Ne uygun görürsünüz efendim?"

"Biletini kesin. Corona oldu dersiniz. "

"Baş üstüne."

Suratında ışığa tutulmuş tavşan gibi bir ifade olan adam dışarı çıkınca, altın varak çıtalı, saten İtalyan boyalı duvara yumruğunu indirirdi ve dişlerinin arasından tısladı:

" Yurt dışına kaçıp seni ihbar edip hapislerde çürüteceğim. "

Bu sırada Harun, MEB' sitesine girip Balıkesir'deki tüm okulların "kadromuz" bölümüne bakmış, sonunda genç kızın denizin renklerini yansıtan gözleriyle göz göze gelince, kalbi çarpmaya başlamıştı.  Bir yandan da vicdan azabıyla alnını kırıştırdı.  "Kim bilir  benden nasıl nefret ediyordur?" diye düşündü.  Bir ara cipine atlayıp Balıkesir'e  6 Eylül İlkokulu' na gidip uzaktan bakacaktı ama önce güvenilir bir hacker olduğunu söylediği 19 yaşındaki çocukla buluşması gerekiyordu.  

Ertesi sabah Aydan, üçüncü dersten sonra öğretmenler odasına girdiğinde bazı öğretmenlerin kendisine bakarak fısıldadığını, kendisini çekemeyen bir, iki kadının bıyık altından güldüğünü fark etti. Tahmin ettiği şey doğruydu,  kızın birkaç ay önce İstanbul'un ünlü sanayicilerinden Sönmezışık'ların nikâh günü terk edilen gelini olduğunu öğrenmişlerdi. Kadın, kadının kurdudur sözü yine haklı çıkmıştı. 

Not: Bu hikayede sözü geçen kişi, isim ve karakterler hayal ürünüdür. Gerçek kişilerle ilgisi yoktur.

Gelecek bölümde buluşmak üzere ♥


NİKÂHZEDEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin