31. Bölüm; Azrail Karası
Cihan Mürtezaoğlu - Bir Beyaz Orkide
🌍
Bazı ölümler vardı, herkesi yarım bırakan. Yaşanamamışlıkları haykıran.
Bazı ölümler vardı, kimseyi sağ bırakmayan.
Kimseye yaşama şansı tanımayan.Bazı ölümler vardı, tüm insanlığı utandıran.
Dünyanın yüreğini parçalayan.Ölüm herkese vardı, ama bazılarının etrafını sarmıştı.
Ölümü ellerimle yaratmıştım dün gece. Katil olmuştum. İki kişiyi öldürmüştüm, Eda'yla birlikte üç. Kanlı ellerimin kiri görünmese de, ellerim artık bir katile aitti. Azrail'in karasına bulanmıştı.
Tuğca'nın evinde gözümü açtığımda güneş yeni doğuyordu. Bulanan midem ile banyoya koştum. Dün sabahtan beri bir şey yememiştim. Boş olan midem daha da boşaldığında elimi yüzümü yıkayarak odadan çıktım. Aşağıya indiğimde Tuğca camın önündeki sallanan koltukta oturuyordu.
Üzerindeki kırışmış siyah gömleğe bakılırsa uyumamıştı. Adım seslerimi duyunca kara gözlerini üzerime çevirdi. Elindeki viski bardağını sehpaya bıraktı. Yavaş hareketlerle kirli sakallarını kaşıyarak ayağa kalktı. Aramızdaki boy farkı yine kendini göstermişti.Boyu kaçtı acaba, üç metre falan olabilir miydi?
"Daha erken, uyusaydın biraz daha."
Sen niye uyumadın diye sormak istesem de bir şey demedim.
"Gitmek istiyorum."
"Tamam, bir dakikaya geliyorum." Dedi. O merdivene yönelirken bende kaldığım odaya çıktım. Kanlı kıyafetlerimi burada bırakarak, Miray'ın kıyafetlerinin üzerine montumu giydim. Tekrar aşağıya indiğimde Tuğca yoktu. Ben duvardaki fotoğraflara bakarken geldi. Bir şey demeden kapıya yönelince bende onu takip ettim. Siyah spor arabası kapının önündeydi. Arabaya binince telefonumu elime aldım. Ama çekmiyordu, hiç sinyal yoktu.
Tuğca dalgınca yolu izliyor, benimle hiç konuşmuyordu. Hatta benim tarafıma bile bakmıyor, ben yokmuşum gibi davranıyordu. Ben de bunu bozmadım. Yaklaşık kırk dakika sonra şehrin içine girdiğimizde, karnımın açlığı beni yerin dibine sokacak şekilde kendini belli etti. Tuğca'nın ciddi ifadesi bozulurken bana döndü. Sonunda varlığımı hatırlamıştı.
"Tahmin edemedim kusura bakma. Bir şeyler alalım sana. Ne yemek istersin?" Diye sordu mahçup bir sesle.
O kadar aç hissediyordum ki, onu bile yiyebilirdim. Ama bunu ona söylemedim. Sokağın başındaki simitçiyi görünce hevesle Tuğca'ya döndüm.
"Simit alalım mı?"
Gülümser gibi oldu ama hemen ifadesi düzeldi. "Alalım," diye mırıldandı arabayı sağa çekerek.
Tuğca arabadan birkaç adım uzaklaşmıştı ki kapıyı açarak arkasından seslendim. "İki tane alsan olur mu?" İki saniyeliğine bana dönüp başını salladı ve sonra yürümeye devam etti.
Geri döndüğünde poşette üç tane simit vardı. Teşekkür ederek açtım ve simitten bir parça bölerek ağzıma attım. Bir parça daha kopararak Tuğca'ya uzattım. Şaşkınca bir bana bir de simide baktı. Ardından başını olumsuz anlamda salladı. Bende omuz silkerek kendi ağzıma attım. İkinci simidin de yarısını yediğimde doyduğumu hissetmiştim. Elimde kalan parçayı yeniden Tuğca'ya uzattığımda bu kez reddetmedi ve elimden aldı. Eve yaklaştığımızda yavaşladı. Hiç konuşmuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
P E R A
RandomNe halde olduğundan haberin yok senin! Her yerin yanık! Tüm vücudun, yüzün yanık! Sen, sen bile değilsin! Kendini göremediğin için buradan çıkmayı düşünüyorsun. Bir yüzün bile kalmadı senin. Gözlerin görmüyor! Konuşamıyorsun! Ayakta iki saniye...