27.Bölüm; lanetli kızıllık
Cem Adrian - Ne Ağlarsın
🌍
Etraftaki derin sessizlikte yayılan bir çınlama vardı. Bunun beynimin bir oyunu olduğunu düşünsem de o kadar can sıkıcıydı ki, kulaklarımı acıtıyordu. Gözlerimi aralamak istediğimde başımdaki ağrıya rağmen bunu başardım. Zar zor araladığım gözlerimle etrafı inceledim fakat bulabildiğim tek şey zifiri karanlıktı. Gözlerim karanlığa alıştığında kör olmadığımı anlayarak rahatladım.
Köşede cızırdayan bir radyo vardı. Çınlama radyodan yükseliyordu. Ensemde yoğun bir sızlama hissettiğimde elimi oraya götürmek istedim. Fakat bunu engelleyen kelepçelerle, duvardaki iki adet halkaya bağlanmıştım.
Bebeğime bir şey olmuş olma düşüncesini aklımdan hızla attım. Herhangi bir ağrı ya da rahatsızlık hissetmiyordum. Bana tutunmayı başarmıştı. Yeniden yapabilirdi. Ona bir şey olmayacaktı. Aklıma Fiber düştüğünde ona ne yaptıklarını merak ettim. Orada öylece bırakacak halleri yoktu. Onu da almış olmalılardı.
Dışarıyı dinledim ama hiç bir ses yoktu. Burada benden başka biri yoktu. Hiç camı olmayan küçük bir yerdeydim. Yoğun bir rutubet kokusu etrafa hakimdi. Keskin koku midemi bulandırmaya başladığında ulaşabileceğim en uzak noktaya, kelepçelerin el verdiğince ilerledim. Öğürmeye başladığımda bir kaç kez tekrarladım ama zaten midem boştu.
Beni bayıltırken kafama vurmuşlardı. Başımın neden ağrıdığını bulmak o kadar da zor değildi. Bir süre beklesem de ne gelen vardı, ne giden. Karnım o kadar acıkmıştı ki fare bulsam yiyecek durumdaydım. Ne kadar süredir baygın olduğumu dahi bilmiyordum. Ama tahminimce uyanalı iki saati geçmişti.
Köşedeki radyonun çınlaması sonunda durdu. Bir türkünün melodisi cızırtılı bir ses yayarak odaya dağıldı. Başta hangi türkü olduğunu anlayamasam da Cem Adrian'ın sesini duyunca çıkarmıştım. Derin bir iç çekerek kalbime işleyen türküyü dinlemeye koyuldum.
Hayatta böyleydi işte. Cızırtılı bir radyoda çalan dertli bir türkü. Kimi cızırtıdan türküyü bile duyamıyordu, kimi dinleyip huzur buluyordu, kimi ise dinleyip dertli kalbine yük ekliyordu.
Türkünün bitmesine yakın sağ tarafımdan bir gürültü yükseldi. Başımı o tarafa çevirdiğimde orada olduğunu bile fark etmediğim bir kapının açıldığını gördüm. İki tane adam hızla merdivenlerden indi ve düğmeye basarak tavandaki cılız ampulü aydınlattı. Sarı ışık başta gözlerimi acıtsa da alışınca etrafıma göz attım. Bir depoyu andıran bomboş bir bodrumdaydım. Odadaki tek eşya sol köşede duran küçük bir masa ve üzerindeki radyoydu. Adamlar benimle muhatap bile olmuyordu. Tam karşımdaki duvarın önüne dikilmiş, adeta hazırola geçmişlerdi.
"Sahibiniz nerede?" Dedim çemkirircesine.
Adamlar bana cevap vermeyi bırak göz ucuyla bile bakmadı. Ama cevabımı bizzat sahipleri verdi.
"Biraz sabretsen geliyordum." Dedi Ufuk tam karşıma dikilerek.
"Ne istiyorsun benden?"
"Şu soruyu sormaktan bıkmadın mı Suskun?"
"Kes zırvalığı!" Dedim sertçe. Yüreğimdeki korkuyu bastırmaya çalışarak yutkundum. "Yol yakınken beni bırak, bunun bedeli çok ağır olur. Sana bunu ödetirim."
"Elin kolun bağlıyken bile o küçük burnun havada." Dedi burnuma bir fıske vurarak. Kafamı geriye çekerek ona nefretle baktım. Saatlerdir yerde aynı pozisyonda oturduğum için tutulan bacaklarımı hareket ettirdim.
![](https://img.wattpad.com/cover/277980866-288-k217724.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
P E R A
RandomNe halde olduğundan haberin yok senin! Her yerin yanık! Tüm vücudun, yüzün yanık! Sen, sen bile değilsin! Kendini göremediğin için buradan çıkmayı düşünüyorsun. Bir yüzün bile kalmadı senin. Gözlerin görmüyor! Konuşamıyorsun! Ayakta iki saniye...