Kaçtığım yere geri dönüyordum. Cennetin tadını alıp cehenneme geri dönüyordum. Sevgiyi, neşeyi ve aşkımı arkamda bırakıyordum. Savaş çanları çalmıştı ve savaş başlamıştı. Sonu ölüm olacak bu mücadeleyi kim kazanacak veya kim kaybedecekti? Hepsi belirsizlikti...
Saatler saatleri kovalarken, yorgunluktan baygınlık geçiriyordum. Baş ağrısı ise sinirlerimi iyice bozarken, karşımda uyuyan şeytanı izlemeye devam ediyordum. Uyurken çattığı kaşları, bir kabus da boğuluyormuş gibiydi. Huzursuz yüzü, uykusunda bile etrafındakilerin canını sıkacak cinstendi. Gözlerimi yanındaki adamına çevirdim. Dört gözle beni izliyordu. Bunu bana çaktırmadan yapmaya çalışsa da farkındaydım. En sonunda bakışım ile kaçırmaya çalıştığı gözlerini yakaladım.
"Nereye gidiyoruz, İstanbul'a mi dönüyoruz?"
Soğuk ve buz giji bir ifade ile "Evet efendim, İstanbul'a gidiyoruz." Diyerek cevapladı. Soruma karşılık vermesini beklemezken, sözleri ile ufak çaplı şaşırmıştım. Hakan ağır uykusundan uyanmadan fırsatı kaçırmayarak, bir kez daha benzer bir soru sordum.
"İstanbul'a vardığımızda nereye geçeceğiz?"
Adam hafif bir şekilde sırıttı. Bu tavrı beni aşağılayıcıydı. Öfkem dur durak bilmezken, sinirle ona bakmaya devam ettim. Böyle bir şeyi bana söylemesini, açıklamasını beklemiyordum. Belki aptal adamlarından birine denk gelmiş olabileceğimi düşünerek boşluğundan faydalanmak istemiştim. Ama sağlam ve aklı başında olan itlerindendi. Hakan'ın uyumasını umursamadan, karşımdaki adamına öfkeyle söylenmeye başladım. Bütün öfkemi ona kusuyordum. Ayaklarımı arabanın koltuğundan indirip doğrularak, öne doğru hafifçe eğildim ve sesimi işittirmeye çalıştım. Buna gerek yoktu aslında, çünkü sesim bütün arabada yankılanıyordu.
"Karşımda boş boş sıratacağına soruma cevap versene? Sonuçta onun yanındaki işin de bu değil mi? Emri yerine getirmek, sorulan soruya cevap vermek. Sana para ödediği için her işi halledip sorularına cevap bulmak değil mi işin? Konuşsana. Sana para ödemeliyim onun gibi, değil mi? O zaman bir insanın kaçırılmasına yada her türlü pisliği işlemesine yardımcı olursun. Konuşsana!"
"Yağmur kes sesini!"
Uyanan Hakan yaslandığı yerden hiç keyfini bozmadan, gözlerime bakarak beni uyarmıştı. Uykuluydu. Yanında oturan adamına kısa bir bakış atıp bana geri döndü.
"Adamlarım ile böyle konuşamazsın, onlar nasıl seninle saygı çerçevesinde konuşuyorsa, sende öyle konuşacaksın" sözlerine sakin tavrı zıt düşüyordu. Sinirden çatlamak üzereydim. Tek ayağımı istemsizce gerginlik ile sallamaya başladım.
Hakan kendine gelmeye çalışarak yüzünü sıvazladı. Benim ise gözlerimden ateş çıkarken, adamı ile birbirimize ölümcül bakışlar atıyorduk. Sözlerime o da çok öfkelenmişti. Yanımda Hakan olmasa boğazıma sarılacağından emindim. Öfkeyle gözlerini ilk çeken o oldu ve Hakan'a döndü.
"Efendim, İstanbul'a yaklaştık. Ama gideceğimiz yere iki saat var. İstediğiniz gibi ev hazır. Yağmur Hanımı orada bulmaları zaman alır, bir süre orada kalacaksınız. Ortalık sakinleşene kadar, sonrasında sizi bulsalar da bir sorun çıkmayacaktır. Sonuçta Yağmur Hanım sizinle kalmayı seçecek, böylelikle kaçırılma iddası boşa çıkacak. Ellerinde hiçbir koz, yada size dava açacak hiçbir sebep yok." Diyerek adamı imayla bana kısa bir bakış attı.
Sanki az önceki sözlerimin öcünü alıyordu. Başımı iki yana sallayarak, itiraz edercesine bağırdım "Ne saçmalıyorsunuz? Susmayacağım, böyle bir şey yapmayacağım. Hakan beni öldürsen de böyle bir şey asla söylemem, asla senin yanında olmayı kabul etmem. Duydun mu?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TEVAFUK
ChickLitSözleri ile kaybettiğim irademi kazanmaya çalışarak, kollarından kurtulmak için çırpındım. Ama beni bırakmak yerine sıkıca tutmuş, son bir kez daha tehditkâr bir ses ile uyarmıştı. "Bana geri dön!.." Çırpınmama rağmen kollarından kurtulamayınca bu...