26.BÖLÜM

111 9 17
                                    

(Bölüm sonu müziği)

* * * * *

"Hakan, midem..." Daha cümlem bitmeden, Hakan ne demek istediğim anlar anlamaz arabayı ani bir frenle yolun kenarında durdurmuştu. Ani frenle hafifçe öne savrulurken, rahatsızlık ile yüzümü buruşturdum. Elim ağzıma doğru giderken, arabadan hızla çıktım ve yol kenarındaki ağaçlık alana doğru koştum. Rüzgâr saçlarımı birbirine katıyordu. Arabanın sıcaklığı üzerimden silinirken, bedenim soğuktan buz kesmişti. Ağaçlık alanın olduğu yere vardığımda, kuru bir ağacın dibine eğildim ve sabahtan beri mideme zar zor tıktığım şeyleri geri çıkarmaya başladım.

Ben kendimden geçerken, bir iki saniye sonra koşar adımlarla Hakan da arabadan inip yanıma geldi. Başımda dikilirken, cebinden bir bez parçası çıkardı ve beni bekledi. Bütün midemi boşalttığımda(!); ağacın dibinden uzaklaşarak yere yığılırcasına oturduğum. Hakan elindeki bez parçasını bana doğru uzattırken, "İyi misin?" Diyerek umursamaz bir sesle sordu. Elindekini hırsla çekip alırken, başımı geriye atıp ciğerlerime temiz bir hava çektim. Daha sonra bakışlarımı karşımdaki adama diktiğimde, biraz uzağımızda arabadan inen adamlarına döndüğünü gördüm. Bu sefer de bakışlarım onun baktığı yere dönünce, arkamızda yol boyunca bizi takip eden arabadan inen adamlarını gördüm. Hakan onlara karşı yaptığı el hareketiyle, bir sorun olmadığını ve arabaya binmeleri gerektiğini göstermişti. Adamlarının tek tek arabaya binişini izledim. Aynı zamanda da, temiz havayla kendime gelmeye çalışıyordum.

"Bu kadar korkak olma! Bir araba dolusu adam olmadan, iş yapamıyorsun. Sahi sen böyle değildin. Ne değişti de bu kadar korkak oldun?"

Perişan halimle alaya aldığım Hakan, sözlerim ile bana dönüp sırıttı. Hoşuna mı gitmişti? Hayalkırıklığı... iğnemin ucu o kadar da sivri değilmiş...
Kendime gelmek için kuru toprağın üstünde yayılmış otururken, o tepemde dikilmeye devam ediyordu. Bana kalsa; diğer ucu ormana açılan bu ıssız yol kenarında, buz gibi havanın ortasında beni bırakıp gitmesini isterdim. Bu yüzden yerimden santim kıpırdamıyordum. Gideceği yere sonuçta ben geç kalmıyordum.

"Ama korkma bu kadar. Benim için seni kovalayan kimse kalmadı. Yani... yok, zaten hiç olmamış."
Cümlelerimin sonu Hakan'dan çok kendime hatırlattığım bir detaydı. Alaycı tavrım üstümden silinirken, huzursuzluk kendini hissettirdi. Ama buna alışsam iyi olurdu.
Başımı eğdiğim toprağa dik dik bakarken, Hakan'ın buz gibi sesi kulaklarıma doldu.

"Cevabını öğrenmek istemezsin buna emin ol!"
Kurduğu cümle ile toprakta oyalanan gözlerim, dibimdeki adama döndü. Kafamı kaldırıp ona bakarken, o da aynı şekilde başını bana eğmiş gözlerimin içine bakıyordu.

"Ne demek istiyorsun?"

Bakışları az önce batırdığım yere kısa bir an kaydı ve daha sonra bana bakarak, "Bulantın geçtiyse gidelim. Hadi!" Diyerek beni cevapsız bıraktı. Ben de bu tavrına çok takılmayıp omuz silkerek ayaklandim. Yardım icin uzattığı elini es geçmistim. Benim arabaya ilerlemem ile o da arkamdan yavaş adımlar ile eşlik etti.

Arabaya binmeden hemen önce arkamızda bizi takip eden arabaya bakındım. İçi silahlı adamlar ile doluydu. Benim onlara bakmam ile şoför koltuğunun hemen yanında oturan siyah takımlı adam gözlerimin içine baktı. Gözlerindeki bakış ürkütücüydü. Diğerleri birbiri ile konuşurken, o sadece bana kilitlenmiş bir şekilde bakıyordu. Kaşlarımı çattım. Gördüğü ifadem ile korkunç bir şekilde sırıttı. Bu gülüşünde gizli bir ima saklıydı. Kaçırıldığım ilk dakikalarda araba da atıştığım, Hakan'ın sağ koluydu. Yanında arabayı süren ise bakışımı yakalar yakalamaz, arkadaşının aksine büyük bir saygı ile baş selamı verdi.

TEVAFUKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin