BÖLÜM 1

583 18 5
                                    

Eğer her şeye yeniden başlayabilseydim kesinlikle bu hayatı seçmezdim. Ayrıca, bir seçme şansım olur muydu bundan
emin değilim.
Kolumun altına sıkıştırdığım çalıntı rosto ile son hızla
dükkândan kaçarken aklımdan geçen düşünceler bunlardı.
Daha önce hiç rosto çalmaya kalkışmamıştım ve şimdiden
pişmanlık duymaya başlamıştım. Koşarken kocaman, çiğ bir
et parçasını tutmak oldukça zordu. Tahmin ettiğimden çok
daha kaygandı. Eğer kasap beni elindeki satırla yakalamaz ve
gelecek ile ilgili tüm planlarımı tam anlamıyla alt üst etmez
ise gelecek sefere eti paket yaptırmayı unutmayacağıma ve
ondan sonra çalacağıma dair kendi kendime yemin ettim.
Şimdi sadece birkaç adım arkamdaydı. Böyle kaim gövdesi olan bir adamdan beklenmeyecek kadar hızlı koşuyor
ve beni takibe devam ediyordu. Kendi ana dilinde bir şeyler
söyleyerek yüksek sesle bağırdı ama ben tek kelimesini bile
anlamadım. Uzak batı ülkelerinden birindendi. Hiç şüphe
yok ki et hırsızlarını öldürmenin yasak olmadığı bir ülkeden.
Bu düşünce beni daha hızlı koşmaya teşvik etti. Köşeyi
döndüğüm anda satır hemen arkamdaki ahşap bir kolona saplandı. Hedefi ben olsam da bu kadar iyi atış yaptığı için ken dimi ona hayran olmaktan alamadım. Eğer tam o anda köşeyi
dönmemiş olsaydım satır hedefini bulacaktı.
Ama Bayan Turbeldy'nin Yoksun Çocuklar Yetimhanesi'nden sadece bir blok ötedeydim. Oraya varınca nasıl gözden kaybolacağımı biliyordum.
Ve eğer meyhanenin önündeki kel adam ayağını uzatıp
bana çelme takmamış olsaydı bunu yapabilecektim. Şansa
bak ki rostoyu düşürmemeyi başardım. Ama etin bana hiç
faydası olmadı çünkü sert, pis zemine ve tam da sağ omzumun üstüne çakıldım.
Kasap üzerime abandı ve kahkaha attı. "İyi bir dayağı hak
ettin pis dilenci."
Aslına bakarsanız hiçbir şey dilenmedim, çaldım ve çaldığım şey altımdaydı.
Kahkahasını, hızla sırtıma inen ve nefesimi kesen bir tek-
me izledi. Bacaklarımı karnıma çekerek kıvrıldım ve yemekten pişmanlık duyacağımı düşündüğüm iyi bir dayağa hazır
hâle geldim. Kasap sırtıma ikinci bir tekme indirdi ve bir
üçüncüsü için gerildi. O anda biri "Dur!" diye bağırdı.
Kasap ona doğru döndü. "Sen bu işe karışma. Dükkânım-
dan rosto çaldı."
"Bütün bir rosto mu? Gerçekten mi? Fiyatı nedir?"
"Otuz mangır."
Kulaklarım bir kesenin içindeki bozuklukların sesini duy-
du ye sonra adam "Eğer o çocuğu hemen bana teslim edersen
sana elli mangır ödeyeceğim," dedi.
"Elli mi? Bekle," Kasap bana son bir tekme attı ve yanıma
eğildi. "Eğer bir daha dükkânıma gelirsen seni parçalara böler ve et olarak satarım. Anladın mı?"
Mesajı çok açıktı. Başımı evet anlamında salladım.
Adam kasaba ödemeyi yaptı ve o da ağır ağır gitti, Beni
fazla dayak yemekten kurtaran kişiyi görmek için başımı yu-
karı kaldırıp bakmak istedim. Ama rahat nefes alabildiğim ve böylece acı hissetmememe neden olan tek pozisyonu bozmak için acelem yoktu. O yüzden çömelmiş hâlde durmaya
devam ettim.
Ama bozuk paralan olan adam kendime acımama aldırmadı ve merhamet göstermedi. Gömleğimden yakaladı ve
beni ayağa dikti.
Beni kaldırdığı anda bakışlarımız kilitlendi. Gözleri koyu
kahverengiydi. Daha önce hiç bu kadar odaklanmış bir bakışla karşılaşmamıştım. Beni incelerken hafifçe gülümsedi.
İnce dudakları düzgün kesilmiş sakallarının arasından zorla
seçiliyordu. Kırklarında görünüyordu ve üst tabakadan olduğunu belli eden bir kıyafet giyinmişti. Bir asilzadeden beklenmeyecek derecede güçlüydü çünkü beni kolaylıkla havaya
kaldırdı.
"Seninle biraz laflayacağız, çocuk," dedi. "Ya benimle yetimhaneye kadar yürüyeceksin ya da seni oraya taşıtacağım."
Vücudumun sağ tarafı baştan aşağı zonkladı ama sol tarafta sorun yoktu. O yüzden yürümeye başlayınca o tarafa
ağırlık verdim.
Adam "Dimdik duruma gel," diye emretti.
Onu duymazdan geldim. Muhtemelen toprakları için sözleşmeli hizmetçi almak isteyen zengin beyefendilerden biriydi. Carchar'm çetin sokaklarını geride bırakmak için aşırı
hevesli olmama rağmen hizmetçilik, gelecek planlarım içinde yer almıyordu. O yüzden istediğim sürece yamuk yumuk
yürüyebilirdim. Dahası, sağ bacağım gerçekten incinmişti.
Bayan Turbeldy'nin Yoksun Çocuklar Yetimhanesi Carthya'nm kuzey ucundaki tek erkek çocuk yetimhanesiydi. Yetimhanede yaşları üç ile on beş arasında değişen on dokuz
çocuk yaşıyorduk. Ben neredeyse on beş olmuştum ve Bayan
Turbeldy'nin beni yetimhaneden göndermesi an meselesiydi.
Ama henüz ayrılmak istemiyordum. Özellikle de bu yabancının uşağı olarak.
Hemen arkamdaki adamla içeri girdiğimde Bayan Turbeldy ofisinde bekliyordu. Çok şişmandı ama çoğu zaman
bizim kadar aç kaldığını inandırıcı bir biçimde iddia ederdi
ve bu konuda aksini iddia edecek herhangi birini de dövecek kadar güçlüydü. Son aylarda birbirimize zorla tahammül
edebilecek bir duruma gelmiştik. Bayan Turbeldy dışarıda
neler olduğunu görmüş olmalıydı çünkü başını sallayarak
"Bir rosto mu? Aklından ne geçiyordu?" dedi.
"Yetimhanede birçok aç çocuk olduğu," dedim. "Bize her
gün somun ekmeği veremezsin; veriyorsan da bir isyan çıkmamasını bekleyemezsin."
Tombul ellerini uzatarak "O zaman o rostoyu bana vere-
ceksin," dedi.
Önce iş. Rostoyu iyice kendime çektim ve başımı adama
doğru salladım. "O kim?"
Adam bir adım öne çıktı. "Benim adım Bevin Conner. Şe-
ninkini söyle."
Cevap vermeden ona baktım. Bayan Turbeldy de süpür-
gesiyle enseme vurarak Conner'a "Adı Sage," dedi. "Ve size
daha önce söylediğim gibi bunun yerine kuduz bir porsuk
alsanız daha iyi."
Conner, bu onu eğlendirmiş gibi tek kaşını yukarı kaldır-
dı. Bu çok rahatsız ediciydi çünkü onu eğlendirmek gibi bir
niyetim yoktu. Saçımı gözümün önünden çektim ve "Bayan
Turbeldy haklı. Artık gidebilir miyim?" dedim.
Conner kaşlarını çattı ve başını hayır anlamında salladı.
Eğlenme zamanı geçmişti. "Ne yapabilirsin, çocuk?"
"Eğer zahmet edip adımı sormuş olsaydın, bana ismimle
hitap edebilirdin."
Beni duymamış gibi devam etti. Ayrıca rahatsız olmuştu.
"Eğitimin nedir?"
Bayan Turbeldy "Eğitimi yok," dedi. Yani sizin gibi bir
beyefendinin ihtiyaç duyacağı türden bir eğitimi yok." Conner bana "Baban ne yapardı?" diye sordu.
"Bir müzisyen olarak çok iyiydi ama kendisi korkunç bi-
riydi," dedim. "Müzikten kazandığı tek bir kuruşu bile görmezdik."
"Muhtemelen sarhoşun tekiydi." Bayan Turbeldy kulağıma hafifçe fiske attı. "O yüzden oğlu da hırsızlık yapma ve
yalan söyleme yolunu seçti."
"Ne tür yalanlar?"
Bu sorunun bana mı yoksa Bayan Turbeldy'ye mi yöneltildiğinden emin olamadım. Ama Bayan Turbeldy'ye bakıyordu o yüzden onun konuşmasına izin verdim.
Conner'i kolundan yakaladı ve onu bir köşeye çekti. Bu
çok gereksiz bir hareketti çünkü sadece odanın tam ortasında durmakla kalmayıp konuşulan her kelimeyi de mükemmel şekilde duyuyordum. Tüm hikâye benimle alakalıydı, bu
nedenle bir sır olması çok zordu. Conner onu anlatması için
zorladı ve Bayan Turbeldy konuşurken onun göz ucuyla bana
baktığını fark edebildim.
"Buraya ilk geldiğinde elinde parlak gümüş bir sikke var-
dı. Avenia'lı bir dükün oğlu olduğunu ve bir dük olmak istemediği için kaçtığını söyledi. Eğer onu yetimhaneye kabul
eder, ayrıcalıklı ilgi gösterip saklarsam bana haftada bir sikke vereceğini belirtti. İki hafta boyunca onu eğlendirdim, ona
akşam yemeklerinde diğerlerinden daha fazla yiyecek verdim ve yatağına fazladan battaniye koydum."
Conner bana bir bakış attı ve ben gözlerimi devirdim. Bayan Turbeldy hikâyesini bitirdiğinde daha az etkilenebilirdi.
"Sonra bir gece çok kötü ateşlendi. Gecenin bir yarısı
çılgına dönüp herkese vurmaya ve bağırmaya başladı. Her
şeyi itiraf ettiğinde ben de oradaydım. Önemli birinin oğlu
değildi. Evet, sikkeler bir düke aitti ama onları çalmıştı ve
beni kandırıp onunla ilgilenmemi sağladı. Onu bir mahzene
kapattım. îyi olup olmaması da umrumda değildi. Birkaç gün
sonra onu kontrol ettiğimde ateşi kendiliğinden düşmüş ve
iyileşmişti. Ayrıca aklı da başına gelmişti."
Conner bir kez daha bana baktı. "Şu anda hiç de aklı başında görünmüyor," dedi.
"Onun da üstesinden geldim," dedim.
Conner, Bayan Turbeldy'ye "Öyleyse neden kalmasına
izin verdin?" diye sordu.
Bayan Turbeldy bir an tereddüt etti. Çünkü onun için şapka fiyonkları ve çikolata gibi çeşitli şeyler çalıp getirdiğimi
söylemek istemedi. Bayan Turbeldy sırf bu nedenle benden
göründüğü kadar nefret etmiyordu.
Conner bana doğru yürüdü. "Bir hırsız ve yalancı, ha? Kılıç kullanabilir misin?"
"Eğer karşımdakinin bir kılıcı yoksa elbette kullanabilirim."
Sırıttı. "Çiftçilik yapabilir misin?"
"Hayır." Bunu bir hakaret olarak aldım.
"Avlanabilir misin?"
"Hayır."
"Okuma yazman var mı?"
Almma düşen perçemin arasından ona dik dik baktım.
"Beni neden istiyorsun, Conner?"
"Bana Sör veya Efendi Conner diye hitap edeceksin,"
dedi.
"Beni ne için istiyorsunuz Sör Efendi Conner?"
"Bunu şimdi değil, başka zaman söyleyeceksin. Eşyalarını
topla. Seni burada bekleyeceğim."
Kafamı hayır anlamında salladım. "Üzgünüm ama Bayan
Turbeldy'nin konforlu ve güzel yetimhanesini terk edecek
olursam bunu kendi isteğimle ve hür irademle yaparım."
Bayan Turbeldy "Onunla gideceksin," dedi. "Efendi Conner parasını ödedi ve seni satın aldı. Senden kurtulmak için
sabırsızlanıyorum."
Conner "Sana söylediğim şeyleri layıkıyla yerine getirerek özgürlüğüne kavuşacaksın," diye ekledi. "Ya da bana iyi


hizmet etmeyeceksin ve bunu hayatın boyunca yapmak zorunda kalacaksın."


"Özgür kalana kadar kimseye bir saat bile hizmet etmem,"


dedim. Conner, bana doğru bir adım attı. Elimdeki rostoyu


ona doğru fırlattım. Ondan kaçmak için geri çekildi. Bundan


istifade edip Bayan Turbeldy'yi iterek yola doğru fırladım.


Kapıda nöbet tutmaları için birkaç adamım bırakmış olduğunu daha önceden bilseydim bu girişimim işe yarayabilirdi.


Ama nöbetçilerden biri beni kolumdan yakaladı ve diğeri de


arkadan başıma sopa ile vurdu. Yere düşmeden önce onlara


sövmek için az da olsa vaktim oldu.

KAYIP PRENS ( Âscendance Üçlemesi - 1)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin