Zorluklarla ayakta kaldığı hayatında bir de bursla kazandığı üniversitesini ilerletmeye çalışan Yağmur, hayatının en büyük pişmanlığını yaptı... Birine aşık oldu.
O adam o'ndan sadece kalbini almadı... ama geride yalnızca pişmanlıklar kaldı.
Peki yı...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Bir hafta ardından buluştuk. Daha kısa sürelerde buluşmaya alışığız farkındayım ama durumlar el vermiyor ve şu sıralar arka planda kurgu üretmek, geliştirmekle de meşgulüm. Ahzar için içime sinecek şekilde ilerlemeye çalışıyorum, bu bölümü çok severek yazdım ve geçmiş için sonraki bölüm çok önemli ^_^
Aslında bölümler 3 günde bir geliyordu evet, bu hatada 2 bölüm demekti ama haftada bir gelen bu bölümler onlarla eş değer, eğer ikiye bölsem eski düzenimizde devam ederiz. Siz karar verin tabi.
Bölüm uzun, bu uzunluğa ve emeğime karşılık bol yorumlarla düşüncelerinizi beklerim.
Oyları verip bölüme öyle geçelim, bol opucukler ve keyifli okumalarrrr
Kontrol edemeden atıyorum. Yazım yanlışı veya mantık hataları olan yerler varsa kusura bakmayınnn
Çok heyecanlıı 19 ve 20, belki bir de 21... 22 ve 23 gibi bitecek geçmiş kesitlerimiz
Bölüm Şarkısı: Sezen Aksu- Kaybedenler, Delidir, Yandı İçim
Ed Sheeran- Photograph
The Weeknd- The Hills
(Bu bölüm tamamen geçmişteyiz.)
AHZAR-
18. KORKULAR
"Yağmur..."
"Yağmur, sana diyorum..."
"Yağmur!"
Ela gözlerim takıldığı yerden ansızın koparak, küçük bir irkilmeyle sesin geldiği yöne ulaştığında başımı küçük bir açıyla kaldırmıştım. Karşımda duran saçlarına ak düşmüş uzun boylu adam; çalıştığım restorantın ikinci müdürü Çağrı Bey'di. Kalın çerçeveli gözlükleri altından bana bakıyordu, siyah kayık yaka süveterin altında beyaz gömleğinin sıyrılan yakaları düzgün ütü gördüğünü belli ediyordu. Fazlaca titiz, babacan ve anlayışlı olsada, daha ilk haftadan iyi niyetini süistimal eden birkaç çalışanın davranışından sonra mesafesini korur olmuştu.
Sildiğim masanın üzerine bıraktım sarı bezi yavaşça. Sırtımı doğrultarak bedenimin tamamını bu adama döndürdüm. Etraf oldukça kalabalıktı; tabak, çatal seslerine karışan konuşmalar, gülüşler uğultu halinde kulaklarıma düşüyordu.
''Kusura bakmayın, dalgınım,'' diye mırıldandım, sesim günlerin içinde kayıptı, ya da arkamda kalmıştı sanki. Ellerimi birbiri üzerine bağladım bir ân. Bir kalkan. "Bir şey mi isteyecektiniz?"