Noah yağan karın altında epeyce yürümüştü. Karen haklıydı. Bir meseleye ne denli takılıp kalmıştı Noah lakin ailesinin dört senede hazmettiğini o bir haftada sindirmeye çalışmıştı. Kendisine hala hak veriyordu bu bir gerçekti. Kimse düğün gününde uğruna ölümü göze alacak kadar çok sevdiği bir kadının ne denli bir zarara sebebiyet verdiğini kaldıramazdı. Keşke ne yaptılarsa Noah'a yapsalardı. Keşke şu an bir uzvundan etmiş olsalardı onu Noah sesini çıkartmaz omuz silkerdi. Karene davranışlarına ne demeliydi? Başka türlü halledemez miydi Noah... Ederdi ya o gün düğünü hiç olmadan iptal eder çeker Fransaya giderdi. Noah kendine okkalı bir küfür savurduktan sonra güldü. Nereye gidecekti. Peşini mi bırakacaktı Karenin... Hem rezaletin büyüğünü çıkaracak hem kadına hayatı zindan etmeye kalkacaktı ki sonu Robert ile bir düelloda geberip gitmek olurdu. Esasen geberip gitmek sıkıntı değildi lakin rezalet çıkartmadan ölse iyiydi o da mümkün olmayacaktı. Genç adam tüm hırsını Karenden çıkartmayı aynı zamanda onu sevmeyi lakin uzak durmayı denemişti. Olmamıştı. Sevmek çok ama çok baskındı. Callie ile konuşup af dileyecekti. Gerekirse tüm ailesinden af dilemeye razıydı. Genç adam kalenin merdivenlerini ağır ağır tırmanıp içeri girdi vakit bir hayli geçti. Yarın bu iş çözülecekti. Kimseye görünmeden sessizce mutfağa indi. Biraz atıştırmak zorundaydı açken de sinirleniyordu çünkü. Eğer uyanıksa Karen içinde minik bir şey götürsündü odaya. Gerçi uyuyor olmasını diliyordu. Gördüğü son kabusu uyuyarak geçiştirsindi çünkü sabah olduğunda güzel bir güne uyandıracaktı Noah onu. Gönlünü alacak, ondan da af dileyecekti. Bu konuyu da kendisiyle birlikte cehenneme götürecekti. Genç adam mutfakta dikilen pelerinliyi gördüğünde geri çekilip baktı. Oradan oraya geziyor bir şeyler aranıyor gibiydi. Noah umuyordu ki gecenin karanlığında bir şeytan ile değil de basit bir yabancı ile karşılaşmış olsundu. Kendi pelerinini çıkarıp hızla kalın bir ip haline getirerek içeri girdi ve uzaktan sallayıp tuttuktan sonra duyduğu ciyaklama ile geri bıraktı.
"Tanrım!" Callie arkasını dönüp eliyle karşısındaki her kimse tutundu. "Benim Caledonia!" Genç kız Noah'ı boyundan tanıdığında elini kalbine götürüp tezgaha dayandı. "Noah?"
"Callie? Ne yapıyorsun burada yabancı gibi?"
Callie dilini şaklatıp Noah'ın bir şamdanla etrafı aydınlatışını izledi. "Karnım acıktı. Ya sen? Dur tahmin edeyim a-cık-tınnn"
"Evet..." Noah etrafa bakındı.
"Ne oldu çiçeğin seni doyur muyor mu? O kadar ocak yaptırttın odaya." Callie kıkırdadı.
Noah yutkundu. Bir müddet köşede bulduğu bir çöreği yemeye çalıştıktan sonra kız kardeşinin yediği yapı üzerinde donmuş şeye bakıp yüzünü buruşturarak konuştu. "Caledonia biraz konuşabilir miyiz?"
"N-ne konuşacağız?" Callie kaşığı bırakıp kaş çattı. Söyleme diye o kadar tembihlemişti Kareni...
"Bana kızgın olmakta sonuna kadar haklısın Callie... Senden özür dilemek istiyorum." Noah tezgaha dayanıp kollarını göğüs hizasında bağladı.
"Neden benden özür diliyorsun Noah? Yoksa gidip Ian'a mı söyledin?" Callie panikledi.
"Ian'a neden söyleyeyim lakin cesaret bulursam şayet konuşacağım onunla." Noah başını önüne eğdi. "Bu katlanılmaz."
"Katlanmak zorundasınız!" Callie kaş çattı. Ardından orta tezgahın etrafında bir tur dönüp ağabeyinin karşısına dikildi. "Sana ne oluyor Noah! Sen neden katlanıyorsun ki! Bu benim ve Ianın meselesi."
"Ne demek bana ne oluyor bu benimde meselem Caledonia ne senin ne Ian'ın yüzüne bakamaz haldeyim!" Noah dudaklarını birbirine bastırdı.
"Tanrım Noah!" Callie hayret dolu bir ses çıkardı. "Evlendin işte rahat bırak artık beni git karınla uğraş..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LİMON ÇİÇEĞİM
Historical FictionÇILGINLAR GİBİ SEVİP DE GÖZÜNÜN UCUNA YANSITMAYAN BİR ADAM, TERTEMİZ DUYGULARININ KURBANI OLAN, HAYAL KIRIKLIĞININ BÜYÜĞÜNÜ YAŞAYAN DÜNYA TATLISI BİR KIZ... DÜNYAYI ALTINA ÜSTÜNE GETİRİP DE İKİ GENCE BİR TÜRLÜ YARDIM EDEMEYEN BİR KALE DOLUSU MANYA...