〆33: bodies on the edge of the cliff

117 28 39
                                    

otuz üçüncü bölüm:uçurum kenarındaki cesetler

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

otuz üçüncü bölüm:
uçurum kenarındaki cesetler

Kimse uçurum kenarındaki cesetlerin nasıl gözüktüğünü bilmez, bilmek için de oraya atlamazdı.

Kimse sizin ne düşündüğünüzü, ne yaptığınızı ve nasıl hissettiğinizi bilmez, sizi boş laflarla kandırırlardı. Hayat buydu. Gerçekleri görmek değil, gerçeklerin önüne yalandan kelimelerle gereksiz bir perde çekmekti. Perdeyi aralamak için elinizi uzattığınızda elinizi tutarlardı ama destek olmak için değil, gerçekleri görmenizi engellemek için.

Lee Jeno bana tam olarak bunu yapmıştı.

Onu düşününce yıllara ihanet etmişim gibi hissediyordum ama hayır, ihanet eden ben değildim. Oydu. Sessiz kalarak, benim orada çırpınışlarımı görmezden gelerek ve belki de beni oyalayarak ihanet eden oydu. Ben sözüme sadıktım, onu asla yarı yolda bırakmazdım ama o beni yarı yolda bırakmamış, yoluma olabilecek tüm engelleri döşemişti.

En başından beri amacımı biliyordu, neden orada olduğumu biliyordu. Mark'la düşman olma sebebimizin aramızdaki rekabet olduğunu da biliyordu, eğer her şeyi en başından öğrenseydim ne ona ihtiyacım kalırdı ne de Mark düşmanım olurdu. Arkadaşım olarak her zaman arkamda duracağına söz vermişti ama ben sırtıma darbeler alırken arkasını dönmüştü. Mark'ın gözümü açacağını biliyordu ve bunu engellemek için uğraşmıştı bu zamana kadar.

Mark'ın yarası geldi aklıma. Bunu Jeno yapmış olabilir miydi? Olamazdı, değil mi? Jeno daha silah kullanamazken birisine yara açamazdı.

Kendimi kandırıyordum. Jeno silah kullanabiliyordu, bunu yaparken elleri titremiyordu. Koruyucular silah yetenekleri ile tanınıyorlardı, bu yüzden ben de bir oyuna itilmiştim. Kang en iyi adamını Koruyucular'a teslim edip benim getirdiklerime çökerken ben orada bir katil olacaktım. Eli silah tutan herkes Koruyucularda olurdu ve beni de oraya göndermek istemişti çünkü benimle işi bitmişti. Elinde Mark Lee gibi bir deha ve bıçak ustası varken, zehir gibi biri varken beni istememesi gayet normaldi. Sırtıma aldığım kaçıncı bıçak darbesiydi saymamıştım bile.

Lena. Lena hakkında hiçbir şey diyemiyordum çünkü Donghyuck'un içinde biriktirdikleri benim söz hakkımı elimden alıyordu. Donghyuck'un elleri elimdeyken ve başı eğikken pişman olup olmadığını düşündüm. Bana her şeyi anlattığı için pişman mıydı? Keşke anlatmasaydım diyor muydu? Jeno ile konuşmuyordu, Lena'yı silmişti ve benim yüzümdendi. Aramızda ne olduysa hepsi benim üzerimden ilerlemişti ama onlara benden çok tavır koyan Donghyuck'tu. Belki de hissediyordu. Biliyordu. Uçuruma atlayıp o cesetleri görmüş ve bana da göstermişti. Lee Donghyuck benim elimi destek olmak için tutan kişiydi.

''Lütfen,'' diye mırıldandım kendimi sıkarak. Donghyuck gözlerime bakmıyordu artık. Kafasında neler dönüyordu bilmiyordum ama ona destek olmam lazımdı. Dört yıldır yanımda olan, yaralarımı bilen ve buna engel olmaya çalışan kişiydi o. Şimdi karşımda bu kadar çaresiz durması kafamı allak bullak ediyordu. Ona şimdi destek olmazsam ne zaman olacaktım?

Sweater WeatherHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin