〆35: the silence of memories

105 28 62
                                    

what could i have saidto raise you from the dead?

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

what could i have said
to raise you from the dead?

×××

otuz beşinci bölüm:
anıların sessizliği

Kendimizle savaşıyorduk.

Sabah, akşam, uyanınca, uyurken ya da televizyon izlerken. Sürekli olarak kendimizle bir savaş halindeydik. Oysaki hasar almıyorduk, kolumuz bacağımız yerindeydi ve bedenimizde bombalar patlamıyordu, bıçak izleri yoktu. Sadece anılar ve acılar vardı.

Anıları anı yapan şey bulunduğu yer değil içindeki insanlardı. Deniz kenarları güzeldi ancak oradan nefret ettiren birileri elbet çıkardı karşınıza. Deniz kenarlarını severdim ama hiçbir zaman gitmemiştim. Na Jaemin'in eski evindeki odasının duvarları deniz mavisiydi, annesinin gözleri deniz mavisiydi ve ben bu yüzden asla denize gitmemiştim. Maviden nefret etmek demek, Na Jaemin'in anılarından nefret etmek demekti. Ben de maviden nefret ediyordum ama denize aşıktım, çok garip bir döngüde sıkışıp kalmıştım.

''Elbet iyileşir.'' dedi soğuk parmak uçları omuzlarımda gezinirken. ''Bir şekilde.''

''İyileşmez.'' diye mırıldandım bedenimi tamamen ona dönüp. ''İyileşmeyecek. Sen ne kadar uğraşırsan uğraş yaralarım iyileşmeyecek.'' Az önce giydiğim elbiseyi dolu gözlerle üzerimden çıkarırken ellerim titriyordu. Kazağımı ve pantolonumu aradım odada.

''Jiseul, lütfen.''

''Hayır Jaemin, o aptal şeyi giymeyeceğim. Zaten gitmek istemiyorum.'' Jaemin yarın denize gitmek istiyordu, bunu neden istediğini az çok biliyordum ama ben gitmek istemiyordum. Çiçekli aptal bir elbise vardı giymemi istediği ama onu giymeyecektim. Omuzlarım ve sırtım açıkta kalıyordu onu giydiğimde, yaralarımın gözükmesini istemiyordum.

Jaemin'in arkasındaki dolaba ilerleyip dün koyduğum kazaklardan birini alıp üzerime geçirdim ve üşüyen bacaklarımı ısıtmak için pantolonumu aradım. Jaemin tamamen umutsuz bir ifade ile bana bakıyordu ama umrumda değildi.

İlk defa umrumda değildi, ben yaralarımı sevmiyordum. Onlarla yaşamış olsam da onları görmek ve kimseye göstermek istemiyordum. Bacaklarımdaki çizikleri, kolumdaki izleri ve sırtımdaki yaraları kimsenin görmesini istemiyordum. Jaemin tüm yaralarımı görmüş olsa da bunun hakkında bile rahatsız hissediyordum. Kötü gözüküyordum ve Jaemin belki de iğrenmişti, her insan iğrenirdi o yaralardan.

Pantolonumu zorlukla giyebildiğimde saate anca bakabilmiştim, etraf çok sessizdi. Mahalle sessizdi, sağanak yağmur vardı ve camların şiddetle sarsıldığını görebiliyordum. Nefret ediyordum bundan. Başımı iki yana salladım, saat akşam ondu ve Jaemin denize gitme planları yapıyordu. Kendi için değil, benim için istiyordu ama ben gitmeyecektim.

Donghyuck ortalıkta yoktu, Mark yoktu, Lena yoktu, Jeno yoktu. İçim acıyordu. Jeno'nun beni denize götürme sözü vardı ve o söz asla gerçekleşmeyecekti. Buradan çıktığımız an seni denize götüreceğim, demişti. Sözler aynıydı ama kişiler farklıydı. Anılar aynıydı ama kişiler farklıydı, acısı daha farklıydı. Kişiler, anıların her bir ayrıntısını tek seferde değiştirebiliyordu.

Sweater WeatherHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin