〆38: ten million bullets

107 24 71
                                    

merhabalar

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

merhabalar.

bu bölüm normal bölümlerimizin yaklaşık iki katı uzunluğunda, lütfen bol bol yorum yapmayı unutmayın 💙

otuz sekizinci bölüm:
on milyon kurşun

Canavar her yerdeydi. Kafamın içindeydi, oradaki sağlıklı sağlıksız tüm düşünceleri kemiriyordu. Ciğerlerimdeydi, aldığım nefesleri kana buluyor ve aralara defne ağacının yapraklarını serpiştiriyor, bundan rahatsızlık duymuyordu. Kalbimdeydi, ihtiyacım olan kan kesinlikle bu kan değildi, bu kadar korkunç olanı değildi.

Na Jaemin tam karşımda, arkasında yıllardır aradığı babasının olduğunu bilmeden bana bakarken gözlerindeki rahatlama görülmeye değerdi. Ama aynı ifade bende yoktu. Dehşet, korku, yanımdaki iki kişiyi de koruma ihtiyacı vardı içimde. Gözlerim o kadar kararmıştı ki, belki de somut olarak, rahatlayamıyordum. Aklımdan sadece iki isim geçiyordu.

Arkadaki adamın yüzündeki yara izi aynıydı, hâlâ korkutucu gözüküyordu. Sağ kolu sargıya alınmıştı ama sol elindeki silahı görmemek imkansızdı. Kolundaki sargı o kadar genişti ki kolunun koptuğunu bile düşündüm o an, tek elini kullanabiliyordu sadece.

Jaemin'in gözleri aşağı kaydı ve Jeno'ya baktı, kaşları çatıldı. Mark arkadaydı, en azından tek değildim ama Jaemin'in babası konuştuğunda ve bir adım attığında ne yapacağımı kestiremedim. Jaemin hızla arkasını döndü, ki bu korunma içgüdüsüydü, ve görmemesi gereken o adamı gördü.

O an zamanın, mekanın ve hissettiklerimin durmuş olduğunu düşündüm. Amacım bu değil miydi? Buydu. Ama bu şekilde değildi. Bu şekilde, arkadaşım kanlar içindeyken ve baygınken, sevgilim tehlikedeyken ve onun ne yapacağını kestiremezken, Mark'ın silahını bana mı, karşısındaki adama mı yoksa Jaemin'e doğrultup doğrulttuğunu bilmezken değildi. Kafamdaki sorular bana o kadar ağır geldi ki yerden kalkmak için avuçlarımı kanayana kadar yere bastırmak zorunda kaldım.

''Sevgili çocuk, seni burada görmek ne güzel.'' Jeno zaten kalkamazdı, ona bir şey olmasına izin vermezdim. Jaemin'in yanına ilerleyip ona dokundum ancak o kadar sessiz ve hareketsizdi ki nefes almadığını bile düşündüm o an için. Mark bir adım daha yaklaşıp elindeki silahı Seojun'un kafasına yaklaştırdı. Jaemin'in bedeninin ne denli gerildiğini biliyordum. Seojun'un yüzündeki sırıtış gittikçe büyüdü. ''Ne güzel, üç ölü beden. Birisi tamamen güçsüz, diğeri korkusuna esir ve diğeri de karşımda, nefretine esir.''

''Onların gitmesine izin ver.'' derken buldum kendimi bir anda. Mark Jeno'yu öldüremezdi, eğer bunu yaparsa ben de onu öldürürdüm. Jaemin'in buradan gitmesi gerekiyordu. Her ne olacaksa olsun Jaemin zarar görmemeli, Jeno zarar görmemeliydi. Jaemin canavarı görmemeliydi.

Seojun güldü, onu ilk defa böylesine gülerken görüyordum. Eskiden de çok gülen bir adam değildi zaten, Jaemin'e bir kere bile gülmemişti. İçimin gıdıklandığını ve onu öldürme isteğimin arttığını hissettim. Duygularım o kadar hızlı değişmişti ki onu öldürme düşüncesi artık tamamen aklımdaydı, canavar içimdeki Jiseul Park'ı öldürmüştü.

Sweater WeatherHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin