0.9

120K 8.7K 4.6K
                                    

Ghost - Mary On A Cross

Elimde tuttuğum poşetle beraber merdivenleri çıkmayı bitirdiğimde Gökalp'in dairesinin kapısı görüş açıma girmişti. Derin bir nefes alıp verdim. Poşeti tutan elimin hafifçe titremeye başladığını hissettiğimde parmaklarımı sıkarak bunu engellemeye çalışmıştım.

Gökalp'in teklifimi kabul etmeyeceğinden neredeyse emin olduğum için resmen hazırlıksız yakalanmıştım.

Yolda kendimi sakinleştirmiştim aslında, evden çıkmadan öncesine kıyasla heyecanımı kontrol altına almıştım fakat Gökalple tek başımıza kalacağımız sayılı anlardan birisinde olacaktık birazdan. Nasıl heyecanlanmasaydım ki?

Kapının önünde durduğumda zile basıp bir adım geri çekildim. Geri dönüp kaçmak istediğimi hissettiğimde Gökalp'in ne kadar hasta olduğunu hatırlattım kendime. Kendine gelmesi ve iyileşmesi için bana ihtiyacı vardı.

Çok geçmeden kapı açıldı. Yarım bir şekilde açılan kapının boşluğundan Gökalp girdi görüş açıma. Yarı açık gözleriyle bana bakmaya çalışırken ayakta zar zor durabildiğini fark etmiştim. "Oha," dedim ayakkabılarımı soyarken. "Bu kadar kötü olduğunu tahmin etmemiştim."

Telaşla Gökalp'i ittirip kapının önünden çekilmesini sağladım ve evin içerisine girdim. Normalde Gökalp bu itişimle sarsılmazdı ama şu an gücü yerinde olmadığı için bir, iki adım geriye giderken sarsılmıştı. Poşeti tutmayan elimle Gökalp'in koluna tutundum.

"Sağ ol," diye homurdandı ağzının içerisinde. "Çok güzel bir hasta ziyareti oluyor."

Kapıyı kapatıp Gökalp'in koluna girdim. "Söylenme, söylenme."

Daha önce bu eve birkaç kez gelmiştim. Genelde Tuğçeyle beraber olsa da babamla da geldiğimiz zamanlar olmuştu. Bu yüzden hangi odanın nerede olduğunu biliyordum. Zaten 1+1 küçük bir evdi. Ufak bir koridoru vardı ve koridorun sonu Gökalp'in yatak odasına çıkıyordu. Yatak odası haricinde amerikan mutfağı ve salonu vardı. Küçüktü ama tatlı ve sıcacık bir evdi.

Gönül isterdi ki bu evde uzun vakitler geçireyim...

Gökalp'i kendimle beraber odasına doğru yürütürken sarsak adımlarla beni takip ediyordu. Aramızdaki boy farkının fazlalığı yan yana olduğumuz için net bir şekilde ortadaydı ve beni neredeyse güldürecekti. Aşırı kısa değildim, boyum 1.67'ydi fakat Gökalp'in standartların üstünde bir boyu olduğu için yanında bir hayli kısa kalıyordum.

"Ateşin mi var senin?" Elim tişörtünün açıkta bıraktığı koluyla temas ediyordu ve teninin sıcaklığını net bir şekilde hissedebiliyordum.

"Bilmem," Kafasını eğerek gözlerime baktı. "Var mı?"

Elimi kolundan ayırıp parmak uçlarımda yükselerek avuç içimi alnına bastırdım. Dokunuşumla beraber Gökalp'in gözleri kapanmıştı. Cayır cayır yanan teni elimi ısıtırken gözlerim telaşla açılmıştı. "Çok ateşin var senin!" diye konuştum dehşetle. "Bu zamana kadar hastaneye gitmek yerine ne yapıyordun acaba?"

"Hastaneye gidecek kadar hâlim var mıydı sorar mısın?"

Yanaklarımı şişirerek ofladım. Gökalp'i yatağının üzerine oturturken elimdeki poşeti de yere bırakmıştım. Poşete evde bulduğum bütün ilaçları toplayıp koymuştum. Neye ihtiyaç olacağını tahmin edemeyeceğim için tüm ecza dolabını boşaltmak mantıklı gelmişti o an ama içine kardeşimin şurupları da karışmıştı sanırım.

Boş yere yük etmiştim kendime.

"Tamam," dedim aklımı toparlamaya çalışırken. "Şöyle yapalım, duşa girdin mi?"

VOLEYBOLCU | TextingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin