2.5

118K 9.5K 4.5K
                                    

Yüksek Sadakat - Kafile

Asansörden indiğimde iki elimde tuttuğum iki poşeti kontrol ederek asansörün tam karşısında kalan çelik kapıya doğru yürüdüm. Tuğçe ile konuşmayı bitirir bitirmez annemle babama göstermelik olarak ders kitaplarımı almış ve evden çıkmıştım. Kitaplar sırtımdaki çantadaydılar, poşetlerde ise mutfaktan arakladıklarım ve Gökalp'in tavasını yaktığım için geçen haftalarda hediye olarak aldığım çiçekli böcekli tava vardı.

Bu parça kesinlikle Gökalp'in mutfağında olmalıydı. Hatta hep ocağın üstünde durmalıydı ve gelen giden herkes görmeliydi.

Kapının önünde adımlarım durduğunda elimi kaldırıp zile bastım ve beklemeye başladım. Habersiz bir gelişti, Gökalp'in yüzünün alacağı şekli merak ediyordum. Gerçi tripli olduğu ve bunu sürdürmekte oldukça da kararlı göründüğü için bir tepki vermeyedebilirdi.

Kısa bir bekleyişin ardından kapı açıldığında Gökalp üstü çıplak bir şekilde elinde küçük bir havluyla saçlarını kurularken görüş açıma girmişti. Bakışlarımı kaçırma isteğiyle yanıp tutuşsam da kitlenmiş bir şekilde kalakalmıştım. Ne gözlerimi ayırabiliyordum ne de konuşabiliyordum. Halbuki sürekli gördüğüm bir görüntüydü, bu kadar heyecanlanmam anlamsızdı.

"Aaa," dedim Gökalp'i omzundan ittirip yolu açarak içeri geçerken. "Kapıyı böyle çıplak çıplak mı açıyorsun sen? Ne kadar ayıp."

Tamam, manzaram iyiydi hoştu ama gelen kişi ben değil de başka bir dişi de olabilirdi. Düşüncesi bile çıldırtıcıydı. Oysa internette üstü çıplak bir şekilde Gökalp'in çok fotoğrafı vardı. Spor magazincileri sağ olsun o fotoğraflara herkes istediği zaman ulaşabiliyordu. Özellikle de genç kızlar...

Gökalp saçlarını kurulamaya devam ederken şaşkınlıkla bana bakıyordu. "Ne işin var senin burada?"

"Misafire hayır demezsin diye düşünüyorum." derken kapıyı kapatmıştım.

"Hayırdır?" dedi havluyu saçlarından uzaklaştırırken.

Tip tip baktım suratına. "Ne demek hayırdır?"

"Hangi rüzgar attı seni buraya?" Aşk rüzgarı.

"Çok soru soruyorsun," dedim yanından geçip salona doğru yürürken. Hâlâ bana karşı tripli olduğu tavırlarından belliydi. Aynı ortamda olduğumuz sürece beş dakikadan sonrasında tribi bir kenara bırakmak zorunda kalacaktı. Salona girdiğimde arkamı dönüp Gökalp'e baktım. "Yemek yedin mi?"

Hemen arkamdan beni takip ediyordu. Benim durmamla Gökalp de durmuştu. "Duşa girmeden önce yedim."

Elindeki havluyu tekli koltuğun üzerine bıraktı ancak saçlarını tam anlamıyla kurutmadığı için ufak su damlaları alnına ve yüzüne dökülmeye devam ediyordu. "Ben de atıştırmalık getirdim. Annem kek yapmıştı. Bir zahmet kahvemizi de sen yap."

Elimdeki poşetleri yere, koltuğun hemen yanına bırakıp Gökalp'in koltuğun üzerine koyduğu havluyu aldım ve bir, iki ufak adımda Gökalp'e yaklaştım. İki elimle birden havluyu açıp parmak uçlarımda yükselerek havluyu Gökalp'in saçlarına götürdüm. "İyice kurut şu saçlarını sonra yine hastalanacaksın. Zaten hastalıkların ağır geçiyor."

Gökalp tepki vermedi veya dudaklarını aralayıp bir şey söylemedi. Ben saçlarını kurularken o da beni izlemeye devam etti. Saçlarını kurutmak isterken dibine kadar girmiştim ancak ilk kez bundan çekinmiyordum. Az çok Gökalp'in de bana karşı hisleri olduğundan emin olduğumdan beri kendimi kısıtlamamaya karar vermiştim. Artık her şeyi akışına bırakacak ve o an içimden ne geliyorsa onu yapacaktım. Gökalp bu yaptığım hakkında ne düşünür korkusu olmayacaktı içimde.

VOLEYBOLCU | TextingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin