"Tuğçe yemin ederim seninle konuşmam bir daha. Ömrüm boyunca sana küs kalırım."
Tuğçe'nin sıkı sıkıya yapıştığı kolumu ondan kurtarmaya çalışırken bir yandan da beni beraberinde sürüklemesini önlemek için çabalıyordum çünkü kendisi şu an beni zorla takımın soyunma odasına götürmeye çalışıyordu. Amacı Gökalple beni bir araya getirmekti.
"Bu dediğine sen inandın mı?" dedi Tuğçe alaycıl bir ses tonuyla. "Sen benden uzak kalabilir misin?"
"İstersem kalabilirim."
Bana doğru dönerek göz kırptı. Ardından bu hareketine zıt bir şekilde "Bok kalırsın." diye cevap vermişti.
"Aa," dedim kınarcasına. "Aşko kuşkolar argo konuşmaz."
"Açtırma şimdi benim ağzımı."
Yanaklarımı şişirerek ofladım. Soyunma odasının olduğu koridora geldiğimizi fark ettiğim an gözlerim kocaman açılmıştı. "Bayılacağım şimdi, bırak beni bırak!"
Gökalp'in bu bilinmeyen mevzusunu açmasının üzerinden tam olarak beş gün geçmişti. Beş gündür antremanları izlemeye gelmiyordum ve beş gündür de Gökalp'in engeli hâlâ olduğu gibi duruyordu. Yaptığım pek hoş bir şey değildi ama hem utanıyor, hem de çekiniyordum. Belki Gökalp buna sandığım kadar tepki göstermeyecekti, belki boşu boşuna bu kadar büyütüyordum olayı. Yine de olabildiğince Gökalp'ten kaçmıştım.
Şu beş günün bana katkısı kafamı hiçbir şeye yormadan sınavlarıma çalışmış olmam olabilirdi. Gökalp'in bir mesajıyla bile şaha kalkan kalbim için üniversite hayatımın son final haftasında Gökalp'ten uzak durmak biraz iyi gelmişti.
"Dayaklıksın gerçekten. Derdin ne kızım senin?"
"Utanıyorum."
"Gökalp'ten mi?" diye konuştu hayretle. "O sana koşarken utanmıyor, sen sevdiğin çocuğa alt tarafı mesaj attın diye mi utanıyorsun?"
"Hayır, ben saçma sapan mesajlar atarken onları yazanın benim olduğunu bilmesine utanıyorum. Kim bilir ne kadar gülmüştür bana mesajları okurken." dedim dehşet dolu bir ifadeyle. Düşündükçe utançtan yerin dibine giresim geliyordu.
"İleride torunlarınıza anlatacağınız bir hikaye çıktı ortaya işte, ne güzel." Tuğçe'nin umursamazlığına karşılık gözlerimi devirdim. Tuğçe dünya yansa eline kahvesini alıp bir köşeye oturur ve ne güzel yanıyor ya rahatlığıyla yanışını izlerdi. Kafasına hiçbir şeyi takmazdı. Benim aksime insanların düşüncelerine de bir önem vermezdi. Bu insanlardan mı utanacağım der devam ederdi hayatına.
Soyunma odasının önüne geldiğimizde Tuğçe duraksadı. Onunla beraber ben de durdum. Kaçmaya çalışsam da beni yakalayacağını bildiğim için hiç kendimi yorma taraftarı değildim. Buraya gelene kadar Tuğçe'ye tonla laf saymıştım ancak bir yandan ben de istiyordum Gökalp'i görmeyi. En azından sandığım kadar rezil olmadığımdan emin olmam gerekiyordu.
Tuğçe ellerini kolumdan çekip önüne düşen kızıl saçlarını düzeltmeye başladı. Ellerimi belime götürüp şüpheyle kıstığım gözlerimi Tuğçe'nin üzerine diktim. Neyin nesiydi şimdi bu görünüşünü düzeltme çabaları?
Tuğçe saçını tamamen düzelttiğinde bakışları beni bulmuştu. Ellerini yavaşça saçından ayırırken "Ne?" dedi.
"Neydi bu şimdi?"
Geçiştirircesine bir cevap verdi. "Saçım gözümün önünü kapatıyordu."
"Hadi canım," Alayla konuşmuştum. "Siz hafta sonu Tayfunla hediye seçmeye gitmiştiniz değil mi? Ne ol-" Konuşmam Tuğçe'nin soyunma odasının kapısını açması ve beni sırtımdan ittirerek içeriye sokmasıyla yarıda kalırken kendimi bir anda Gökalp, Tayfun ve Yunus'un yanında bulmuştum. Onların da sohbeti bizim aniden içeri dalmamızla bölünmüştü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VOLEYBOLCU | Texting
Teen FictionAlara Yılmaz babasının başantrenörlüğünü yaptığı milli erkek voleybol takımının kaptanına aşık olur... '300423