✨WATTPAD ROMANCE TR OKUMA LİSTESİNDE✨
Kelebek kuşun acılarını gören yeryüzündeki tek canlıydı...
Luna aşkın en can yakan kısmının aslında ayrıldığı gün değil de kavuştuğu gün olduğunu anladığında hayatı ellerinden kayıp gitmişti. Aşk onu ölümün kuca...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Ecel kuşun ensesindeymiş. O nereye kanat çırpsa peşinden gidiyor onu yakalamak için an kolluyormuş. Kuş bunun farkındaymış. Ölümün soluğu her an canını alabilirmiş. Üstelik tehlikede olan sadece o değildi. Karnındaki bebek, minik deniz ve kelebek de ölümün kurbanları arasındaymış.
Kuş kelebeğine söyleyememiş bunları. Nasıl söyleyebilirdi ki? Onu korkutmak istemedi. Kendi korktu. Ama o korksun istemedi. Onu cennete kavuşturan acılarını çiçeklerle donatan kelebeği korksun istemedi. İçine attı beyaz kuş tüm bu olanları. İçine attı ve bekledi. Bekledi ve bekledi.
En sonunda saklanmaya karar verdi. Karanlıktan, korkularından ve ecelden kaçmak istedi. Ama o an bir şeyin farkına vardı beyaz kuş. Yıllar evvel ona söylenen bir sözü anımsadı.
"Saklanmak için bir yere değil birine ihtiyacın var."
Kelebeği yıllar evvel ona böyle söylemişti. Saklanmak için surlar, ormanlar, uçsuz bucaksız dağlara ihtiyacı yoktu ki. Ona kelebeği yeterdi. Kelebeğinin göğsünde atan o güçlü kalbi dinledi kuş. "İşte şimdi ecel bana dokunamaz," dedi kendi kendine.
Kelebeğine baktı. Kelebek tüm bunlardan habersiz kuşunu ve minik kelebeği de alıp gitti. Geceyi izleyebilecekleri en güzel yere gittiler birlikte. Yıldızları izlediler. Ay'ın ışığının altında kuşuna bir söz verdi kelebek.
"Dünya kırlangıça kavuştuğunda kendi dünyamıza gideceğiz beyaz kuş."
"Söz mü?"
"Söz."
_______
Gözlerimi açtığımda kendimi arabada bulmuştum. İlk başta uyku mahmurluğundan buraya nasıl geldiğimi anlayamasamda yanımda uyuyan Merih'i görünce dün gece yıldızları izlediğimizi sonrasında üşüdüğümüzden arabanın içinde oturduğumuzu hatırladım. Muhtemelen gece eve dönmek yerine de arabada uyuyakalmıştık.
"Anne," diye arka koltuktan bana seslendi Ege. Kendisi yeterince tatlı değilmiş gibi sesi de en az bal kadar tatlıydı. Arkamı dönüp ona baktım. Mavi gözleri adeta birer boncuk gibi parlıyordu ve üstelik beni görünce yanaklarında beliren çukurlar onu daha da tatlı yapmıştı.
"Anne neden evde değiliz?"
"Sanırım baban bizi eve götürmeyi unutmuş oğlum."
Kıkırdadı. Öyle güzel gülüyordu ki insanın onu severken içine sokası geliyordu. "Baba!" diye bağırdı Ege sevinçle. Onun için dışarıda uyumuş olmak hem komik hem de eğlenceli bir şeydi. Ege'nin sesiyle yavaşça gözlerini araladı Merih. O da uyanınca tıpkı benim gibi ilk başta neden arabada olduğunu sorguladı kendi kendine. Sonra da arkaya dönüp Ege'ye baktı.
"Bizi eve götürmeyi unutmuşsun baba," dedi Ege kıkırdayarak. Merih'in enerjisi Ege ile birlikte yerine gelmişti. "Madem eve gitmeyi unuttuk o halde kahvaltıyı da dışarıda yaparız," dedi Merih.