Yol

76 13 0
                                    

  Yol ilerledikçe kalbimdeki küller daha da yanıyordu. Önceden taşınmayı planladığımız evlerin hepsi yıkılmıştı. İyiki o evlere taşınmamıştık.

  Siren sesleri gittikçe çoğalıyor,enkaz çalışmaları yapılıyordu. Evler yana yatmış, öne doğru gelmişti. Bu gibi yerlerden geçmek oldukça tehlikeliydi. Bizim gibi ateş yakıp,sokakta kalan insanlar da görmüştüm.

  Eskiden bir sürü mağaza ile dolu olan caddeden geçmiştik. Mağazaları incelemiştim,hepsi yıkılmıştı. Kıyafet mağazası olanlarda taşların arasından kıyafetlerin kumaşları görünüyordu... Yıkılan mağazaların,moloz yığınlarının üstünde mağazanın adı yazan tabelalar duruyordu. Ablamla birlikte kıyafet aldığımız mağazayı görünce ablama seslendim:

-"Abla bak! Burası da yıkılmış."

Dedim. Yanımda oturan ablam başını oraya doğru çevirerek mağazaya baktı. Sonra ikimizde etrafımıza üzüntülü bir ifadeyle bakındık. Yıkılan ve hasarlı evleri görünce çok üzüldük. Sanırım ikimizin aklından  aynı soru geçiyordu: "Hatay'ımıza  ne olmuştu öyle?". Resmen tanınmaz hale gelmişti. Tıpkı bir insanın yüzü yandığında veya kanadığında, o insanı tanıyamazsın. Hatay'da depremin onu yıkıp geçmesiyle tanınmaz hâle gelmişti. Hatta yolda giderken, nerede olduğumuzu bile bilemiyorduk...

  Akdeniz Hastanesi' nin önüne gelmiştik. Kepçeler  hastaneyi tutuyordu. Bu durum çok tehlikeliydi, çünkü hastane kepçelere doğru yıkılırsa  kepçenin içindeki insanlar ölebilirdi. Arabadayken bunların hepsini incelemiştim. Yoğun trafik yüzünden ilerleyemiyorduk. Bir yandan ambulanslar ve konteyner taşıyan araçlar gelirken, bir yandan da şehir dışına çıkmak isteyen insanlar nedeniyle yoğun bir trafik vardı.

  Araba da çok sıkışmıştık, gerilmiştim. Ben dar alanlarda bulunmaktan hiç hoşlanmazdım, nefesim daralırdı... Ama buna da razıydım çünkü enkaz da olsam ne olurdu? Duvarların arasında sıkışsam? Araba da sıkışmak bunların yanında benim için bir hiçti, daha beteride vardı... Herşeye dayanmam gerekiyordu ve ben buna dayanmak zorundaydım.

  Hatay' ın küçük bir kenti olan Ovakent'e gelmiştik. Bir sürü çadır kurulmuştu. Ovakent' in önünde askeriye vardı. Orası bile hasar görmüştü.

  Siren sesleri kafama kazınmıştı. Siren sesi olmasa bile o ses kafamda yankılanıyordu. Artık hiçbir şey duymak istemiyordum. En azından Hatay' dan çıkana kadar... Ama duyuyordum, tüm acı veren  sesleri duyuyordum, duymuştum... Hepsi teker teker aklıma yazılmıştı ve ben bu acı veren sesleri her işittiğimde yine sarsılacaktım, yine  o acıyı tekrardan hissedecektim. Öyle olmuştu da.

  Sürekli araba sallanıyor gibiydi ve yine sarsıldığımı hissetmiştim. Anneme sordum:

-"Anne deprem mi oluyor? Yoksa ben mi böyle hissediyorum?

Annem:

-"Sen öyle hissediyorsun. Şu anda deprem olmuyor. Psikolojikmen sana öyle geliyor..."

  Bu  yanlış hislerimden bıkmıştım. Sürekli deprem olmayacağını ben de biliyordum fakat deprem oluyormuş gibi hissediyordum...

  Hatay'ın ilçesi olan Belen'e gelmiştik. Burası engebeli ve kayalıktı. Bu yüzden çok fazla ev yıkılmamıştı. Keşke aynısını büyüdüğüm yere yani Antakya için de söyleyebilseydim. Ama Antakya için söyleyebileceğim tek cümle, Antakya' nın yerlebir olmasıydı. Rüyalarım (kabuslarım) keşke gerçekleşmesiydi. O kadar fazla  içinde "keşke" barındırdığım cümleler vardı ki... Anlatamam. Fakat keşkeler çok, faydası yok.

  Söylentilere göre Türkiye' nin tek ters akan nehri olan Asi Nehri' nin yanında ki tüm evler yıkılmış. Tek bir insan bile sağ kalmamış. Çok üzülmüştüm, binlerce can sadece iki dakikada verilmişti. Kim böyle bir ölümü hak ederdi ki?

ASRIN FELAKETİ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin