"Her yeni sabah, yeni bir ölümdü benim için.
Özellikle de bugün...
Kendi şehrimde, kendi yatağımda değil...
Şehrimden uzak, akrabalarımdan uzak, tanımadığım, bilmediğim bu şehirde uyandım ben...
Daha önce hiç görmediğim bu yurtta kalmak, kendi evimde kalmamak acımı arttıyordu.
Acım arttıkça ben daha fazla ölüyorum, daha derinlere gömülüyorum. "~~~
Burada uyanmak beni çok üzüyordu. Belki insanlara bu acı basit gelebilirdi, ama benim için hiç kolay değildi. Ben şehrimi, evimi ve kendi yatağımı istiyordum. Başka şehirleri, yurtları, evleri, yatakları değil! Ama şunu çok iyi biliyordum: Ben imkansızı istiyordum. Böyle birşey imkansızdı. Evimiz yıkılmıştı, şehrimiz yerlebir olmuştu... Ama ben bunu kabullenemiyordum, hâlâ kabus gibi geliyordu. İnanamıyordum.
Acımla birlikte uyanmıştım. Yatakta oturdum sonra masanın üzerinde duran kağıt ve kaleme baktım. Yurttaki öğrencilerden birinin olmalıydı ya da biri vermişti. Uykumdan yeni uyandığım için buraya nasıl geldiklerini bilmiyordum. Ama anladığım kadarıyla önemsizlerdi, onları elime aldım ve içtenlikle aklıma gelenleri yazdım:
"Durma! Yardım et! Ayağa kaldır beni kurtar bu bataklıktan çıkamıyorum, gücüm yetmiyor...
Asrın Felaketi beni bir çöküşe uğrattı, çöktüğüm yerden kalkamıyorum. Dizlerim acıyor, canım yanıyor. Yandıkça yanıyorum. Alevler yükseliyor bir yandan... Küle dönüşüp kalbime gömülüyorlar. Kurtar beni, söndür ateşimi!"İçimdeki sesin bana söylediklerini yazmıştım. Belkide kendime yazmıştım, çünkü beni ben iyileştirebilirdim, bir başkası beni anlayabilir miydi ki? Tahminimce anlayamazdı. Kimse kimseyi anlayamaz, çünkü herkesin acısı farklıdır...
Herkes uyanmıştı. Ablam hariç... Saat dokuza yaklaşıyordu. Yurtta kahvaltı, bu saatlerde yenirmiş. Bu yüzden kahvaltı yemeye gidecektik. Ablamı uyandırmak üzere yanına doğru ilerledim. Ona seslendim: "Abla! Hadi kalk kahvaltı yapmaya gideceğiz."
Ablam gözlerini aralayarak bana baktı, sonra yatağa oturdu. "Tamam." dedi uykulu sesiyle. Günlerdir arabada kaldığımız için yataktan kalkmak istemiyordu, haklıydı da. Bende aynı onun gibi düşünüyordum ama öylesine acıkmıştım ki açlığım, uykumu yenerek beni ayağa kaldırmıştı. Elimi, yüzümü yıkadım. Babam yüzümüzü yıkamamız için yüz sabunu almıştı. Bize neşeli bir sesle seslendi " Size sabun aldım. Yüzünüzü yıkayabilirsiniz." dedi. Ablamla aynı anda babama bakarak "Teşekkür ederiz baba!" dedik. Birbirimize baktık, sonra aramızda günler sonra ufak bir gülüşme oldu.
Üstümüzde hâlâ 06. Şubat' ta giydiğimiz kıyafetler vardı.
Üstüme montumu da giyip, odadan çıktım. Yurdun uzun koridorundan geçtim, asansöre ulaştım. Sıfırıncı kata indim, yemek salonuna doğru ilerledim. Burnuma çeşitli çeşitli kokular geliyordu. Kapıdan içeri geçtim, burası çok büyüktü. Çok fazla masa ve sandalye vardı. Sıraya geçip kahvaltın için gerekenleri alıyordun. Bende sıraya geçtim, bir süre sonra sıra bana geldi. Elimde tuttuğum tepsiye; yumurta, ekmek, bal ve birkaç tane daha yiyecek koyup, masaya oturdum. Ailem sırada benden önce oldukları için, masada oturup beni bekliyorlardı. Bende geldiğime göre kahvaltıya başlayabilirdik.Masamızın karşısında duran televizyona baktım. Deprem ile ilgili haberler vardı. Enkaz çalışmalarını ve gelen yardımları gösteriyordu.
Ben ve annem kahvaltımızı bitirmiştik. Masadan kalkıp, televizyona daha yakın bir yere oturduk. İzlediğimiz haberlerden dolayı çok üzülmüştük. Ablam kahvaltısını bitirip yanımıza geldi. Üzüntülü bir sesle " Hadi gelin, gidelim." dedi. Zaten daha fazla bu görüntülere dayanabilir miyim bilmiyordum. "Tamam." dedim sonrada Yiğit ile babama baktım. Kahvaltılarını bitirmişlerdi, artık odamıza gidebilirdik...
Yine aynı koridordan geçip, aynı asansöre binip odamıza gitmiştik. Annem kapıyı kapatmıştı. Yatağımın üstüne oturdum ve izlediğim haberleri düşünmeye başladım, sonrada kendi yaşadıklarımı düşündüm... Her ikisinde de gözlerim dolmuştu. Gelen kapı çalma sesiyle irkildim, bir anda aklımdaki herşey uçup gitmişti. Babam kapıya baktı, gelen kişi yurttaki bir görevliydi. Babama bakarak "Bir ihtiyacınız var mı?" diye sordu. Babam konuşmaya başladı "Banyo yapmak için şampuan, havlu ve giyebileceğimiz kıyafetler verirseniz seviniriz. " dedi, görevli başını aşağı yukarı doğru salladı. Kapı numarasını not aldı, işine devam etti.
Günlerdir banyo yapmamıştık, ben banyo yapmayalı beş gün olmuştu. Şanslıyım ki ben 05 şubatta banyo yapmıştım, yani depremden bir gün önce... Su en son saçlarıma depremin yağmur sularında değmişti. Açık kumral saçlarım ve bedenim suya hasret kalmıştı. Neyseki bugün banyo yapabilecektim...
Kapı çaldı, annem kapıyı açtı, görevli elindeki poşeti anneme uzattı. Annem poşeti aldıktan sonra "Teşekkür ederiz." dedi. Görevli hafif bir tebessüm sunduktan sonra gitti, annem kapıyı kapattı. Poşetin içinde banyodan sonra giyebileceğimiz kıyafetler ve şampuan vardı. Teker teker banyoya geçtik. Sıra bana gelmişti. Suyu açtım, ılıktı. Saçımı köpürttüm, durulamak için başıma suyu döktüm. Su bir anda çok soğuk olmuştu, neye uğradığımı şaşırmıştım. Geçirdiğim şokla ağzım açık kalmıştı. Hava zaten soğuktu ve bu soğuk su beni dondurmuştu.
Bu olayla birlikte aklıma 06 şubat gelmişti. Hava soğuktu üşüyordum, ama yağmurun soğuk suyu beni donduruyordu....
Banyodan çıktım, üstümü giyindim. Bu kıyafetler benim değildi, başkasına aitti. Ama giyecek başka hiçbir kıyafetim yoktu. Üstümde kırmızı bir kazak ve lacivert pantolon vardı. Saçımı kuruladım. Aynaya baktığımda eski Nisa' yı göremiyordum. O çok mutlu, neşeli bir kızdı. Ama aynada baktığım kız, üzgün, çaresiz, tüm umutlarını kaybetmiş, geleceğe dair olan tüm hayallerini yitirmiş bambaşka bir kızdı... Eski Nisa sürekli hayal kurar, hayallerinin peşinden gider, en sonunda da istediğine ulaşırdı. Ama aynadaki yüzde eski Nisa' dan eser yoktu. Bu ben miydim? Ben umutlarımı, hayallerimi kaybetmiş miydim? Neredeydi onlar? Göçük altında mı kaldılar?
Yüzümü iyice inceledim, tip olarak aynı olsamda içim değişmişti. Duygularım yıkılmıştı. Annem bana seslendi "Nisa! Neredesin? Akşam yemeği yemeye gideceğiz." dedi anneme "Elimi, yüzümü yıkayıp hemen geliyorum!" dedim. Elimi yıkadım sonra da yüzümü...
Ailemin yanına gittim. Hep birlikte sıfırıncı kata indik. Tablota yemeğimizi koyup, masaya oturduk. Yemekte kuru fasulye ve pilav vardı. Ben kuru fasulyeyi hiç sevmezdim, şansıma yemekte kuru fasulye vardı. Ablam da benim gibi kuru fasulyeyi sevmezdi, bu yüzden tablotumuza çok az kuru fasulye koymuştuk.
Yemeğimizi bitirmiştik. Uyumak için odamıza çıktık. Bir gün daha sona ermişti...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ASRIN FELAKETİ
Random"Ölmeyeceksin," diye fısıldadı annesi ama sesinde umut yoktu, sadece umudunu yitirmiş, çaresiz bir kadının sesiydi bu. "Hepimiz yaşayacağız, buradan gideceğiz ama şimdi arabaya geçmemiz gerek, çok ıslandık." Yüzünü annesine çevirdi, yaşla dolup ta...