Günümüz... İstanbul...
Ümit Bey'e özel hayatıma girmeden, girersek roman gibi uzayıp giderdi çünkü bu, olabildiğince dolaylı bir yoldan açıklamamı yapıyorum. Üniversiteden mezun olur olmaz, bir hocamın aracılığıyla Almanya'daki bir yazılım şirketiyle iletişime geçtiğimi ve olumlu yanıt aldığımı; fakat özel sebeplerden dolayı kararımı değiştirmek durumunda kaldığımı söylüyorum en münasip şekilde. Anlayışla mühürlüyor geri kalan sorularını, başını sallıyor. Nazik ruhunun yansıması olarak şans diliyor bana, yüzeysel cevabımdaki kelimeleri itinayla seçmemden sorunumun daha derinlerde yattığını anlıyor olmalı ki, temiz bir sayfa açmanın bazen tek ve en iyi çare olduğuyla bitiriyor sözlerini.
"Yeni hayatınızda da başarıyı yakalayacağınızdan en ufak bir şüphem yok, Eylül Hanım." diyor beni uğurlarken. "Bizim için bir kayıp olsa da, bunun sizin için daha iyi bir kariyer şansı olduğu aşikâr... Eğer önümüzdeki günlerde yardımıma ihtiyacınız olursa, lütfen çekinmeyin."
Düşünceliliği için teşekkür edip ofisten çıkarken kendi kendime gülümsüyorum. Kalabalık caddelerde, öbek öbek insan akıntısına karşı evin yolunu sürerken yeni hayatımın bilinmezliği gıdıklıyor düşüncelerimi.
Korkutmuyor beni. "Yeni"lerin merhem olabileceğine inanıyorum.
İyileşebileceğimi düşünüyorum.
53 gün öncesi... İstanbul...
Bora, yavan bir vedayı bile lütfetmeden yarınlarımızı da alıp gitti.
Kaderin çarpık mizah anlayışıyla yaptığı espriyi yakalayabildiniz mi?
Yarın yoktu, bunu dünden biliyorduk.
Ama niye bu kadar çok acıtıyor?
Trajikomik bir şekilde cevaplıyorum kendimi:
Gerçeklere giyim provası yapılmazdı ki, kenarları dikenli kalıplar hâlinde gelirdi gerçek. Avuçlarımıza ince ince kanlarımız süzülürken isyan çığlıklarımızı yutkunurduk.
Acıma gülermiş gibi, hatta katıla katıla kahkahalar atıyormuşum gibi ciğerlerim histeri krizine tutuluyor.
Hırsımdan kesik kesik soluduğum nefeslerle bir kabarıp bir sönen sinemde kalbim ağlara takılmış sıska bir balık gibi çırpınıyor. Utanç duygusunu hiç tatmamışım gibi tenime saplanan onca bakışı yok sayıyor, karşımda kafası karışık iki ruhun aynalarına bakıyorum.
"Bora'nın nerede olduğunu söyler misiniz?" diyorum. Balta, hâlâ sağ elimde etrafına tehditler savurarak duruyor. Bora'nın yengesi Hanife Hanım, kocasının hemen dibinde yutkunuyor, gözleri tehlikenin asıl kaynağına karar vermeye çalışıyormuşçasına benle balta arasında gidip geliyor.
"Kızım," diyor Levent Amca dikkatimi cesurca üstüne çekerek. "Mesele neyse aranızda halledin. Bora, annesiyle ablasının yanına gideceğini söyledi bize birkaç gün önce. Belki oradan da babasının yanına uğrayacaktı."
"Yalan." diye bağırıyorum.
Her bir harften çürük yalanların kokusu yayılıyor adeta.
İhanetin kahrından ruhumdaki hastalıklı tohumlar sabırsızca çatlıyor. Dışarıya akıtamadığım gözyaşlarıyla sulanan tıynetsiz bir sarmaşık, kendimi kaybetmeye kışkırtan dallarını doluyor ruhumun boynuna, kulaklarımı tıkıyor kanser gibi tomurcuklarıyla, mantığımın sesine sağır kalıyorum.
"Böyle ayrılık olmaz." diyorum. Kelimeler boğazımı kanatırcasına dudaklarıma tırmanıyor. "Adam gibi veda edecekse etsin. Son günlerimi zehir etti zaten, çöpe atarmış kenara atmasın beni. Gelip adam gibi yürümüyor, desin."
Gözyaşı bir bomba gibi patlıyor göz pınarlarımda. En samimi suyun bu kadar yakıcı olabildiğini, alevleri kıskançlıktan çıldırtacağını kim tahmin edebilirdi ki... Gözyaşının ruhun külleri olduğunu yıllar sonra öğreniyorum. Küllerim, genzimi yakıyor, dudaklarım titriyor, baltayı kavrayan ellerim uyuşuyor acıdan.
"Kızım." diye nöbeti denk alıyor Hanife Teyze. "Bizim hiçbir şeyden haberimiz yok. Yemin ederim sana. Bora'nın seninle olduğundan bile haberimiz yoktu. Neydi o kızın adı, biz onunla sanıyorduk."
Levent Amca'ya sorar gözlerle baksa da, eşi yanıtlamıyor onu. Çünkü o anda adım adım kendimi kaybettiğimi görebildiklerine, gözümü kararttığıma şahit olduklarına eminim. Pervasız bir ateş yanıyor Bora'yla iltihap kapan yüreğimde. Sonsuz tünellerde boğucu karanlığa hapsolmuş gibi, mantığımı arkamda bırakarak, o ateşi takip ediyorum. Tüm iradem, kontrolüm ellerimin arasından kayıp parçalanıyor. Kulaklarımda hayal kırıklarımın yankısı, elimdeki baltayı kaldırıyorum. Levent Amca, karısının önüne geçiyor koruyucu bir edayla.
Onları şaşırtarak kendi bahçemize dalıyorum.
Bir klişe olmayalım diye Bora'nın yıllar önce baş harflerimizi yazma teklifini reddettiğim ağacın gövdesine, bu kez ben ayrılığımızı somutlaştırmak ve sonsuzlaştırmak için terk edilişimi kazıyorum.
Not: Bilgisayarı açtığımda zaman kaybettiğimden ve final zamanı böyle bir lüksüm olmadığından dolayı bölümleri telefondan yazıp sonra hızlıca bilgisayardan düzenleyip yüklüyorum. Temmuza kadar kısa ve ders çalışmama göre sık bölümlerle devam etmek durumundayım. Bora hakkındaki gerilimi artırdığımın da farkındayım. Biraz daha sabır... Değecek. (Şahitlerim var, havada durmadım; ama sizi şaşırtacak birkaç olay var. :D )
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Efsanevi (Efsanevi #1)
Aktuelle LiteraturKelimelerin aslında tahsisli ruhkurtaranlar olduğunu bilir miydiniz? Haydi, çekinmeyin, sorumun üzerine hissetmekten bir an olsun korkmadan düşünün. Gözlerinizi kapatın, boyutlarla inatlaşırmış gibi algınızın sınırlarını zorlayın, gerçekl...