11 Eylül sabahı, Karlsruhe, Almanya
Yeni kiracısı olduğum dairenin kapısını açtığınızda -ki önüne yığdığım bavullardan dolayı kapının tamamen açılacağından şüphelerim var- dairenin küçüklüğünü kendi gözlerinizle görebileceksiniz. Aman, yanlış anlamayın, ben bundan yakınmıyorum, aksine bana samimiyet ve güven duygusu verir bu tarz küçük daireler. Sıcaktır, buram buram ev kokar, tüm her şey bir aradadır. Sırların saklandığı soğuk ve karanlık köşelerden yoksundur böyle yerler. Her bir eşya aileniz oluverir, ne olursa olsun bağrına basar sizi.
Kapıyı arkanızdan örtüp dar antreyi işgal eden bavulların üstünden yanlamasına, zıplamak zorunda kalabilirsiniz. Gitgide küçülen idrar torbamın kölesi olduğum için kapısını her daim açık tuttuğum banyonun da önünden geçtiniz. İşte şimdi, evin en büyük kısmını oluşturan salon ve onunla birleşik minik mutfağıma gelmiş bulunuyorsunuz.
Lütfen, yeni evimi gezdirmeme izin verin.
Sırtınızı mutfağa döndüğünüzde salonumun ortasında buluyorsunuz kendinizi. Salonumun sol köşesinde L şeklindeki koltukla başlayalım... (Üzerindeki montumu ve fularımı dikkate almayın.) Oturunca içine gömülüp oradan son nefesinizi verinceye dek kalkmak istemeyeceğiniz tipten, ev sahibimin zevki iyiymiş gördüğünüz gibi... L şeklindeki bu koltuğu bir U'ya tamamlayan ikili kanepe ise salonun sağında, duvara monte edili rafların hemen altında, unutulmuş gibi duruyor.
Kanepeden çok rafları düşünüyorum. Raftan da çok yerleştireceğim kitapları...
U'nun tam ortasında karanlıkta o küçük, zavallı serçe ayak parmağınıza çarpmak için bekleyen sinsi ve alçak (hem mecaz hem gerçek anlamıyla alçak) bir kahve masası var. El çantamı yorgunlukla öyle bir atmışım ki üzerine, içindeki her şey birer birer masanın üzerine dökülür gibi yayılmış.
Dışarıdan 5 kere çan sesi duyuluyor, kilise çok uzaklarda olmasa gerek ki, evin içinde net bir şekilde duyulabiliyor.
Arkanızı döndüğünüzde antrenin olduğu koridorun bitişiğinden mutfak başlıyor. Ev sahibi Herr Gerhard Schultz'un attığı fotoğraflardan da gerçekte daha küçük olsa da, tek kişiye yetip de artacak büyüklükte. Mermer tezgahın üzerindeyse içinde marketten aldığım yiyecek ve içeceklerin bulunduğu iki bez torba ve lisede Almanca öğrenirken her daim bahsi geçen o ünlü çöp ayrımı nam-ı diğer "Mülltrennung" için ayrı ayrı çöp torbalarım var. Gazsız su, torbaların ardında kalmış.
Çan sesleri kesiliyor işte ve beni duyabiliyor musunuz?
Biraz daha dikkatli dinleyin, iki koltuğun arasında salon tarafında iç çekişlerimi hâlâ duyamadınız mı? Yatak odamın kapısını hafifçe aralayın, yorgandan boğuk boğuk çıkan sesimi daha iyi yakalayabilirsiniz belki... Cenin pozisyonunda kıvrılıp uyuyan benim. Saçlarımı toplayıp yatmayı bir türlü öğrenemediğimden yüzüm görünmüyor olabilir. Ama bakın.
Rüyayla gerçeklik arasında kıvranarak acı çekiyorum, bakın.
Uykunun etkisini üzerimden attıkça sessiz hıçkırıklar sarıyor bedenini, bakın.
Kaç zaman geçse de, gece yalnız uyanmak beni delicesine sarsıyor, bakın.
Ve bunların hepsi onun suçu...
Not:Merhabalar, yeni okuyuculara da hoş geldiniz. Nasıl gidiyor bir de sizden duyalım...
Size danışmak istediğim bir şey var. Ben diyorum ki, böyle benim boş olduğum vakti beklersek, bu bekleyiş uzar da gider.Bundan eminim. Yok dahiliye, yok şu, yok bu... Mazaret listem uzar da gider. Bir istikrar sağlamak adına ben her gün -bir paragraf bile olsa- yüklesem sinir bozucu olur mu?
Hem bölüm hem de sorum hakkında görüşlerinizi bekler, iyi haftalar dilerim. :)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Efsanevi (Efsanevi #1)
General FictionKelimelerin aslında tahsisli ruhkurtaranlar olduğunu bilir miydiniz? Haydi, çekinmeyin, sorumun üzerine hissetmekten bir an olsun korkmadan düşünün. Gözlerinizi kapatın, boyutlarla inatlaşırmış gibi algınızın sınırlarını zorlayın, gerçekl...