EFSANEVİ – Final Bölüm "Zerdaliler"Sessizlik sensin geceleri
Fincana kahve koydum gel, ah
Bugün şeytana uydum, gel
Ay doğdu dağın üstünden, aman aman
Dallarda beyaz çiçekler-Ezginin Günlüğü
-Devam-
Aklımın sınırlarını işgal eden Vandal bir hüzün var. Galeyana gelmiş hisler, zavallı bedenimi viraneye çevirmiş; avare bakışlarımın ardında bir savaş sessizliği hâkim, düşüncelerimin her çaresiz soluğumla eşkıyanın darağacında sallandıklarını hissedebiliyorum. İfadem hazin, kirpiklerim ıslak, ellerim dermansız...
Yatağın ucunda, aceleyle hazırladığım bavulla birlikte hareketsiz oturuyorum. Kalbim her atışında acıyla kırbaçlanıyor gibi, göğsümün sol köşesinden damla damla sızıyor ve giderek tükeniyorum. Kenan Kaptan'ın bizi bıraktığı gerçeğini bir daha asla dile getirmeyeyim diye kelimeler dudaklarımda kanayıp kurumuş, dilim kendi kendini mühürlemiş...
Odamın açık kapısından kulağında telefonuyla, küçük salonumda volta atan Dorian'ı görebiliyorum. Onu evimin içerisinde bile görmek garipken bunu yadırgayacak gücün zerresini dahi kendimde bulamıyorum. Ancak minnettar kalabiliyorum.
"Eylül," diye sesleniyor kapının eşiğinden. Yatak odama atacağı adımın çok ileri olabileceğini düşünüyor belki de, içeri girmiyor.
Bavulumu elime alıp salona geçiyorum, adımlarım içimdeki sızıya masaj gibi geliyor. Dorian, bir gölge kadar sessiz ve itaatkâr bir şekilde takip ediyor beni.
"Bugün buradan İstanbul'a direkt uçuş yok," diye haber veriyor Dorian. "Ama akşamüstü Berlin'e uçuş var. Sabah da Berlin'den İstanbul'a..."
Kelimeleri tane tane, heceleri yumuşak, sesi tedbirli... Bir uçurumun kıyısında beni ikna etmeye çalışıyormuş gibi, yamaçtaki hırçın rüzgârın ruhumun eteklerini bir tek o görebiliyor.
"Hazırsan, çıkabiliriz," diyor. "Havalimanına seni ben bırakacağım."
İtiraz etmek, aklımın ucundan dahi geçmiyor. Ne kadar erken İstanbul'da olursam o kadar iyi...
"Pasaportumu alayım," diye yanıtlıyorum. Vitamin ve demir haplarımı da hatırlayınca mutfağa uğrayıp çantama atıyorum. Tekrar yatak odama geçiyor, komodinin çekmecesinde duran pasaportumu ve gerekli olabilecek tüm önemli evrakları alıp el çantama yerleştiriyorum. Evden çıkmadan son kez çantamı kontrol ediyorum, bir eksik olmadığını teyit edince salona dönüyorum tekrar. Dorian, elinde bir çerçeveyi tutarken adımlarımı duyuyor. Bana kısa bir bakış fırlattıktan sonra, elindeki çerçeveyi tekrar salonun duvarına monte edilmiş rafına koyuyor ve soruyor:
"Bu resimdeki sensin, değil mi?"
Evet, manasında başımı sallıyorum.
Hangi fotoğrafı kast ediyorsun, diye sormaya gerek bile duymuyorum. Apartmanıma koyduğum ve hayatımda çerçevelediğim tek fotoğraf, Bora ile benim lise birdeyken Rıhtım Market'in önünde çekindiğimiz bir zaman diliminden kalma... Bora tahta bir iskemlede otururken onun arkasından boynuna kollarımı dolamışım ve belimi geçecek uzunluktaki saçlarımı, yakışıklı yüzünün etrafına dağıtıp kumral saçlarımı peruk gibi kullanmasına izin vermişim. Yanak yanağa verdiğimiz bu pozda ben kahkahalara boğulmuşum, Bora ise objektife doğru fırlattığı öpücüğün bozulmaması için gülümsememe çabasında. Gözleri onun bu nafile çabasını ele verirken, elleri kollarıma sımsıkı tutunmuş.
Kenan Kaptan, isteğim üzerine bu kareyi ölümsüzleştirmeden hemen önce "Şebekler sizi..." diye mırıldanmış, attığı kahkahalara rağmen en güzel anı yakalamayı başarabilmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Efsanevi (Efsanevi #1)
Ficção GeralKelimelerin aslında tahsisli ruhkurtaranlar olduğunu bilir miydiniz? Haydi, çekinmeyin, sorumun üzerine hissetmekten bir an olsun korkmadan düşünün. Gözlerinizi kapatın, boyutlarla inatlaşırmış gibi algınızın sınırlarını zorlayın, gerçekl...