"Benim gönlüm bir kelebek, dolaşıyor çiçek çiçek
Tükenecek ömrü böyle, ah ederek, titreyerek.Ne şerefli bir adı var, ne bir büyük maksadı var, Her gün biraz zedelenen, iki pek kanadı var."
-Dilek Türkan
2 Ekim, Karlsruhe, Almanya
Despotluktan ziyade merhametin kıyısına yanaşıyor artık günlerim. Herkes gibi yaşamın tek yönlü akışına katılıyor; fırıl fırıl dönen tehditkâr keder girdaplarından, arama şiddetli genişlikler katarak uzaklaşıyorum. Çilekeş geceler kısalıyor, anaç günler ilişiyor takvimime. Yavruağzı ufuklarda doğan bir mutluluğun tenimi okşadığı, buz gibi suskunluğumu eritip gülümseyişimi ışıl ışıl parlattığı, avuçlarımın yeni dostların desteğiyle ısındığı anları satırlara kazıyarak ölümsüzleştiriyorum. Devasa bir boşlukla ve tüyler ürperten bir ıssızlıkla geçen aylardan sonra, nihayet yeniden bir rutin kazanmışım gibi hissediyorum.
Mesela, akşamın geceye dönüştüğü sakin vakitlerde gözlerimi, sabahın en taze saatlerine açmak üzere kapatıyorum. Hamilelik, zihnimi kalkan gibi koruyor; ne ruhuma saplanmış ucu sivri hasretler canımı yakabiliyor, ne de tutulmamış sözler yankılanıp hayâsızca işkence edebiliyor. Büyüyen bebeğimin fiziksel yorgunluğu; tatlı değilse bile, acısız uykular temin ediyor bana.Her sabah bir elimi kendini biraz daha göstermeye başlayan karnıma, diğeriniyse parmaklarımın ucunda bebeğimin hareketini hissetmek için atan sabırsız, deli kalbimin üzerine koyuyorum. Sağlığı için yalvarıyorum en içten, en doğal, en fedakâr hislerle.
Sonra, onun sağlığının benimkine bağlı olduğunu kendime hatırlatıp dairemin yakınındaki parka yürüyüşe çıkıyorum istisnasız her gün. Sonbaharın tüm tonlarının kullanıldığı bu parkta, hafif tempolu adımlarımu tüketiyor ve bulduğum ilk banka oturup mis gibi havayı ciğerlerimin en dibine çekiyorum. Sabah serinliği, hareketle ısınmış yüzümü okşarken başımı ağaçların çerçevelediği gökyüzüne kaldırıyorum ve kuşları izliyorum.
Çünkü biliyorum, gözlerimi kapattığım anda onu hissedeceğim. Tenim dudaklarının izini anımsar gibi karıncalanmaya başlıyor.
Bana öğrettiği çoğu şeyden biri de; ne zaman bunalırsam, ne zaman hain düşünceler acımasız dişlerini aklıma geçirip kemirmeye başlarsa; işte o zaman bir durup gökyüzüne bakmaktı. "Bulutlardan temiz bir nefes çek," derdi; "Hadi durma, bakışlarını korkmadan dingin maviye daldır. O bulutların ardındaki evrenin yüceliğini hisset. Galaksiler doğuyor senin her bir göz kırpışında, ihtiyar ve artık bitap yıldızlar ışıklarını kapatıyorlar, gezegenler sesin olmadığı bir boşlukta umursamadan dans ediyor ve sen, aşabileceğini aslında bildiğin sorunları dert ediyorsun. Bazen düşünmeden yaşamak gerek. Evrenin ta kendisi gibi..."
İşte bu yüzdendir ki, bakışlarımı özgürce salınan kuşların kanadına yaslıyorum ısrarla. Yeni yeni alıştığım bu coğrafyada reverans yapışlarını takdir ederek izliyorum. Narin kanatlarının altından havalanan bir rüzgâr, hasır altı ediyor tüm anıları ve ayağa kalkıyorum. Taze hayatlara gebe toprakların üzerinde, sağlam adımlarla günüme devam ediyorum.
Yeni ofisime toplantı için uğramak durumunda kaldığım nadir günler haricinde, parka on beş dakikalık yürüyüş mesafesinde kalan Cafe Anne'ye uğramayı ihmal etmiyorum. Sema Hanım, tanıştığımız günden sonra burada yalnız olmadığımı bana hissettirebilmek için elinden geleni yapıyor ve evden çalıştığımı öğrendiğinden beri fırsat buldukça, yani her gün, kafeyi ziyaret etmemi tembihliyor. Daha sonradan ayaküstü tanıştığım Klaus bile, burada yıllarını harcamış çoğu yerlinin dahi henüz bilmediği tüyolarıyla yardımcı oluyor bana. Selin ise sevecenliği ve sıcakkanlılığıyla rekor kırarak, şu yaşıma kadar 'arkadaşım' listesine en hızlı giriş yapan kişi ödülünü alıyor. Ancak benim değerlendirmem, tatlılara olan aşırı düşkünlüğümüzün ikimizde de büyük bir sempati uyandırdığı yönünde.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Efsanevi (Efsanevi #1)
Fiction généraleKelimelerin aslında tahsisli ruhkurtaranlar olduğunu bilir miydiniz? Haydi, çekinmeyin, sorumun üzerine hissetmekten bir an olsun korkmadan düşünün. Gözlerinizi kapatın, boyutlarla inatlaşırmış gibi algınızın sınırlarını zorlayın, gerçekl...