"Zamanla aşka alışıyorsun,
Daha az gülüp daha çok susuyorsun,
Değiştin sen hâlâ görmüyorsun,
Mucizeler nerede, kahramanım yorgun musun?
Olmaz bir tanem, olmaz sevdiğim,
Olmaz, inan bana olmaz, aşk böyle olmaz..."-Candan Erçetin
10 yıl öncesi, Ekim ayı
Büyüyoruz ve seviyoruz. Hangisi daha önce gerçekleşiyor, bir zerre olsun daha ağır basıyor, hayatın deli dolu akışında seçemiyorum. Büyükçe seviyor, sevdikçe daha da büyüyoruz, sanırım biz.
Boralı günlerimin hepsini güneşte kurutup üst üste diziyorum; birbirimize umut aşıladığımız, nice vaatlerle dolu sözlerimizden biraz sürüyorum alçı niyetine. İçine girip sığınabileceğimiz, dünyanın tüm dertlerinden soyutlanmış, müthiş bir mutluluk atmosferinde ağırlıyoruz göçebe zamanı. Zeminimizi öyle sağlam kurmuşuz ki, moral bozan geçici fırtınalardan artık korkumuz yok. Kıvrandıran tüm sorulara bir cevap bulmuş gibi, onun sevgisiyle öyle huzura kavuşmuşum ki, hayatımda ilk defa kendimden iliklerime dek, yerleri sarsarcasına eminim. O kadar ki; hırçın okyanuslardan kopup gelmiş herhangi bir hadsiz dalga, isimlerimizi huzurun kıyısından asla silemezmiş gibi geliyor.
Duygularımızın dilsiz kaldığı günlerdeyiz; kelimelere dökemediklerimizi, diğer dört duyumuzun sırtına yüklemiş olmalıyız. Zira artık gözlerimizi birbirlerinden öteye çeviremiyoruz, bakışlarımız birbirine kaynamış gibi koparamıyoruz elayı baldan. Her el tutuştuğumuzda kıvılcımlar patlıyor. Parmak uçlarımızdaki kıvrımları bir labirent gibi kazımışız aklımıza sanki, tam ortasında henüz yorulmamış, aşk ile atan kalplerimiz var. İsmimi dudaklarıyla her kutsadığında dizlerimin bağı çözülüyor ve diz çöküyor ruhum kutsal bir ezgiye, nabzım kulaklarımda uğuldayarak eşlik ediyor.
Bu büyüyü anlatmaya, herkesin ağzında eprimiş kelimelerin becerebileceğine inanmıyoruz belki de; densiz bir kuru gürültüye hiç mahal vermiyor, ruhuma sonsuz baharları taşıyan tebessümlerin ardına saklıyoruz hislerimizi.
Her şey ne kadar da yolunda, değil mi?
Mükemmelliği bir kez olsun tatmanın bir bedelidir, daha sonra hep kusurlarla uğraşacak olmak... Kıskançlık, kara cübbesiyle aramıza süzülüp gözlerimizi kararttığında, bizzat kurduğumuz düzende patlak vereceğimizden masumane habersiziz.
Bora'nın okulu benimkinden on beş dakika sonra bittiği için, her gün lisemin önünde gizli bir heyecanla onu bekliyorum. Yaklaşık üç haftadır da, bu bekleyişimde sınıftan arkadaşım Timuçin bana refakatçi oluyor. Her defasında değişik bir konuyla benimle sohbetine başlasa da, konuşmanın sonu her daim aynı... Bora'nın gelişi, Timuçin'in gülüşünü solduruyor. Timuçin'se, Bora'nın bakışlarını donduruyor. Soğuk mu soğuk esen bir gerginlik rüzgârı saçlarımı uçuracak neredeyse. Korkusuz olduğu kadar iddialı bakışlarıyla birbirine haykırdıkları sessiz cümleler, şeffaf bir çalı gibi ayaklarıma doğru yuvarlanıyor. Bu soğuk savaşta tarafsızlığın kanatlarına sığınıyorum ister istemez. Aralıklarla devam eden bir düelloyu kenardan izliyorum her gün.
İtiraf etmek bile istemiyorum ama... İplerini Bora'nın kollarına doladığından beri, Kıskançlık adındaki kukla ustasının sergilediği gösteride Bora'nın performansını müthiş ve bir o kadar da gizli bir hayranlıkla izliyorum.
Bu ikiyüzlü memnuniyetimi yeterince gizleyememiş olmalıyım ki, Bora misillemeye başvuruyor.
Bir Cuma günü bayrak töreninden sonra, Timuçin yanıma gelmeye fırsat bile bulamadan Bora'yı koridorun başında buluyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Efsanevi (Efsanevi #1)
Ficción GeneralKelimelerin aslında tahsisli ruhkurtaranlar olduğunu bilir miydiniz? Haydi, çekinmeyin, sorumun üzerine hissetmekten bir an olsun korkmadan düşünün. Gözlerinizi kapatın, boyutlarla inatlaşırmış gibi algınızın sınırlarını zorlayın, gerçekl...