"Rüya bütün çektiğimiz
Rüya kahrım, rüya zindan
Nasıl da yılları buldu,
Bir mısra boyu macera...
Bilmezler nasıl aradık birbirimizi
Bilmezler nasıl sevdik,
İki yitik hasret,
İki parça can..."-Fikret Kızılok (şiir: Ahmet Arif)
Günümüz, 11 Ekim, Karlsruhe, Almanya
Yağmuru ellerimle yakalamaya uğraşmaktan pek de farklı hissettirmiyor etrafımdakilerin akşam çayı gibi sıcak sohbetlerine ortak olmak... Bakışlarımın ağırlık merkezi, onları dinliyormuşçasına üzerlerinde olsa da; gözlerim aslında bir çift kör pencere. Kopkoyu bir algı perdesi sımsıkı çekilmiş sonuna dek, görmüyorum aynı duymadığım gibi... Kaos karanlığında, tünelin ucundaki ışığa ulaşmaya çalışan hülyalı bir kelebeğim ben.
Davet edildiğim bu sofrada, samimiyetin en ham hali ve yalnızca gerçek ailelere has taptaze bir huzur bana bonkörce sunuluyorken, kahrolası yitiklere ve bir türlü geçmeyen geçmişin namussuz hayaletlerine kanıyorum. Şimdimden çalıyorlar, bu nankörlüğüme engel olamayıp bilakis müsaade ediyor olmak daha da sıkıyor canımı.
"Eylül?" diye birisi kim bilir kaçıncı kez seslendiğinde önce kırpmayı unuttuğum, dalıp giden gözlerimi kırpıştırıyorum. Bana sesleneni arıyorum mahmur bakışlarımla.
Selin'in hemen yanında oturan annesini, Sema Hanım'ın benden bir cevap bekleyen tavrını fark edince sesleneni buluyorum.
"Sıktılar mı seni?" diye soruyor nazikçe gülümseyerek. "Bu baba-kız felsefi sohbetlerine bir başladılar mı, beni uyutana kadar devam ederler genelde..."
Yemekte Klaus Schmidt, insanoğluna biopsikososyal bir varlık olarak yaklaştığı sözel tezini kızına sunarken bambaşka boyutlarda uçuyor olan tek kişi olmadığımı seviniyorum.
"Kusuruma bakmayın," diyorum mahcup bir şekilde. "Hamilelikten sanırım, enerjim çabucak tükeniyor, akşam sekizden sonra gözlerimi açık tutamaz oldum."
Sema Hanım'ın bakışlarına tecrübenin sabitlediği bir anlayış yerleşiyor.
"Ondandır tabii ki, kızım. Kendine çok dikkat etmen gerekiyor. Selin ile sana gönderdiklerimi yiyip bitiriyorsun, değil mi? Teftişe geleceğim."
Sema Hanım ve ailesi... Şu son aylarımda hayatımı kolaylaştıran yegâne unsurlar. Taşındığımdan beri her derdime deva oldukları azmış gibi, hamilelik haberime benden çok daha hızlı adapte olmuşlar ve bekâr bir anne olmamla alakalı tek bir huzursuzluk belirtisi sergilememişlerdi. Selin, hatta bebek bekleyen çiftler için düzenlenen bebek bakım kurslarının broşürlerini toplayıp kucağıma bırakmıştı bir gün. Eğer yalnız gitmeye çekinirsem, kendisinin seve seve eşlik edeceğini dahi söylemişti.
"Yarınki doktor randevum için heyecanlıyım." diyorum. "Resimlerini görmek için sabırsızlanıyorum. Ellerini, yüzünü... Okuduğuma göre cinsiyet genelde bu haftalar belli oluyormuş, tabii ultrason sırasında nasıl bir pozisyonda olduğuna da bağlıymış."
Selin babasıyla konuşması bittiğinde bize veriyor dikkatini.
"Bence kız," diye atlıyor heyecanla. "Kız olacak, ismi de Selin olacak."
"Sağlıklı olsun da," diyerek Sema Hanım bana fırsat bırakmıyor, ardından dudaklarının köşelerine artık yerleşmiş tebessümüyle soruyor. "Senin içinden ne geçiyor, Eylül'cüğüm? Var mı bir tahminin?"
Uzun bir süre düşünsem de altıncı hislerime yine de güvenemiyorum ve tedirgince "Nedense ben de kız diye düşünüyorum." diyorum.
"İsim düşündün mü peki?"
Cevabımdan katiyen bir şüphem yok. Keskin bir netlikle yanıtlıyorum.
"Deniz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Efsanevi (Efsanevi #1)
General FictionKelimelerin aslında tahsisli ruhkurtaranlar olduğunu bilir miydiniz? Haydi, çekinmeyin, sorumun üzerine hissetmekten bir an olsun korkmadan düşünün. Gözlerinizi kapatın, boyutlarla inatlaşırmış gibi algınızın sınırlarını zorlayın, gerçekl...