17. Bölüm "Aldanırım - Giriş"

2.6K 250 49
                                    

Günümüz... (15 Ağustos)

İstanbul...

Kucağımdaki günlüğün sert kapağının kenarlarında dolaştırıyorum parmaklarımı. Sayfaların keskinliği, üzerine işlenen kelimeler kadar yaralayıcı olmasa da tekinsiz bir asma köprü üzerinde adımlıyormuşum gibi hissettiriyor. Tıpkı Alaaddin'in sihirli lambasından cinin fırlaması gibi, tedirgin parmaklarımın iz bıraktığı okşayışların tetiklediği bir ses soruyor sorusunu.

Defterlerce yazsam geçmişimizin kangren anılarını, satırların kalbi atar mı tekrar?
İsmini yazsam parmaklarım kan toplayıncaya dek, nefesini duyar mıyım hecelerde?

"Hoş geldin, Eylül." derken gülümsüyor Doktor Hazal Hanım.

Benden bir önceki hastasını uğurladıktan sonra muayenehanesinin kapısını hasta mahremiyetini kanıtlarcasına usulca örtüyor, karşımdaki kahverengi deri koltukta yerini alana kadar profesyonel gülümsemesi adımlarına eşlik ediyor.

"Seni gayet iyi gördüm." diyor koltuğuna oturduktan sonra.

"İyi hissediyorum."

Değişim kaçınılmazdır işte. Bir ay önce ayaklarımın geri geri gittiği bu muayenehaneye gelirken huzursuz olduğum kadar isteksizdim, umutsuz olduğum kadar sessiz, dibe vurduğum kadar pes etmiş...

"Harika! Haftan nasıl geçti, anlatacakların var gibi görünüyorsun."

Gülümsüyorum.

Değişim kaçınılmazdır, diye düşünüyorum tekrar.

"Garip, değil mi? On seans önce bir saat boyunca sessizlik kelimelerimi esir almışken şimdi anlatacaklarımı bir saate sığdırabilir miyim, diye düşünüyorum."

"Birazcık uzatırız, ne olacak, senden sonra hastam yok." dedikten sonra gülüyor. Hafif ve içten kahkahasını duymak, geç de olsa kurduğumuz güven bağını cilalıyor. Gülümseyişinden yadigâr bir samimiyet gözlerinde parıltı olarak doğuyor, doktor çizgisinden bir an olsun sapmadan seansına devam ediyor.

"Seni dinliyorum." diyor.

Not defterini dizinin üstüne alıp tüm dikkatini bana yöneltiyor.

Sahneye çıkıyormuşçasına hızla çarpmaya başlayan kalbime aldırmadan başlıyorum.

"Öncelikle kararımı verdim. Bebek konusunda yani..."

Neredeyse herkesten bir sır olarak sakladığım için özgürce konuşabilmek rahatlatıyor beni. İş yerindeki meraklı bakışları bol bluzlarla geçiştiriyordum, mide bulantılarını üşütme bahanesiyle kamufle ediyordum, hepsine Almanya'ya kadar katlanmak durumundayım.

"Güçlü hissediyorum artık. Bebeğim, benim aralamaya korktuğum bir kapıyı sonuna kadar açtı."

Umudun tohumlarının patlayıp yeşerdiğini hissediyorum.

"Önceki seanslarımızda sizinle bir listeden bahsetmiştik. Yapılacaklar listesi."

Başıyla onaylayarak devam etmem için teşvik ediyor.

"Artık o listeyi bebeğimle bebeğim için tamamlayacağım."

Fark etmeden karnımı okşuyorum.

"Bu hastalıktan kurtulmak için ne gerekiyorsa yapacağım."

Doktor Hazal Hanım cevap vermek için hazırlanırken derin bir nefes çekiyor.

"Eylül, haftalar önce buraya ilk geldiğinde yaşadığın üzüntü seni büyük bir depresyonun kıyısına sürüklemişti; ama şimdi bunu sen de hissediyorsun ki çok daha güçlüsün. Bir anda her şeyi unutmanı, özellikle beraber büyüdüğün birini hemen aşmanı beklemiyorum. Bunu sen hastalık olarak adlandırıyorsun, bense iyileşme diyorum."

Dediklerini harflerine kadar analiz ederken özlediğimiz arkadaşımız sessizlik sahneye çıkıyor.

"Korkuyorum." diyorum bir anda.

Sessizliği sahneden iten çarpıcı bir dürüstlük gösterisi sunuyorum.

"Annem gibi olmayacağım ben. Onunla hesaplaşamadıklarımı bebeğime ödetmeyeceğim. O yüzden Bora'yı bulacağım. Hayatımızda olup olmamak onun kararı olacak."

İsmini söylemek savaş narası atmak gibi, her defasında nefesim tükeniyormuş gibi...

"Ama?" diyor Hazal Hanım, devamını getirmemi istiyor.

"Ama bir yandan korkuyorum, şu ana kadar düzelttiğim her şeyin yerle bir olmasından korkuyorum. En başa dönmekten... Hayallerimden vazgeçmekten..."

Ben onu öyle sevmişim ki, benliğimi tüketircesine, kalbimi gömercesine, ruhumu kül edercesine...

Acınası, değil mi?

Hazal Hanım, sihirli cümleyi söylüyor.

"Hepsi senin elinde, Eylül... Bebeğin için gösterdiğin kararlılığı, burada da göstereceksin. Bocalarım diye korkma, herkes bocalar. Hayat bu... Sen kararlılığını sürdürdüğün, hedeflerine ulaşmaktan vazgeçmediğin sürece güçlü olan taraf sen olacaksın."

Kafamı sallıyorum. Cümlelerini aklımın duvarlarına kazımak, tenime dövme olarak işlemek, hayatıma anayasa yapmak istiyorum.

"Haklısınız..." diyorum neşeyle havadaki kasveti biraz olsun dağıtabilmek için ve bebeğimden sonra beni heyecanlandıran ikinci haberimi onunla paylaşıyorum. "Üniversitede okurken bölümdeki yakın arkadaşlarımdan Cem, kanser hastasıydı. Ona destek olmak için bir kanser vakfına gönüllü olmuştum ve orada yardım etmek çok hoşuma gitti. Aktiftim oldukça. Küçük ve hasta çocuklara bilgisayar eğitimi dahi verdim, çocuklar için doğum günü partileri hazırladık, oyun günleri düzenledik. Küçük şeyler..."

"Çok güzel!" diyor. "Daha önce bundan hiç bahsetmemiştin."

"Bora'nın gidişine o kadar odaklanmışım ki... Daha yeni yeni toparlıyorum."

"Gayet de güzel gidiyorsun, Eylül." derken Hazal Hanıma bakıyorum. "Son seanslarımızdayız artık, Almanya'daki hayatına adım attığında benim desteğime artık ihtiyacın olacağını sanmıyorum."

Bir nevi mezun oluyorum...

"İşte," diyorum derin bir nefesle. "Almanya'da boş zamanlarımda tekrar gönüllü olarak çalışmak istiyorum. Hatta gideceğim şehirde benzer bir vakıf buldum. Orada da dil öğretebilirim."

"Mükemmel işler başaracağına şüphem yok."

Gülümsüyorum.

Hayat bu işte...

Hayal kırıkları arasında taze hayal kurmaya fütursuzca devam etmek...

Efsanevi (Efsanevi #1)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin