*****
Yirmi dakika sonra "Burası." diyorum.
Rıhtım Market'in önüne yanaşıp arabayı durduruyor Cem. El frenini çekip bana dönüyor.
"Sen rahat rahat konuş, ben burada beklerim." diyor esnerken.
Cevap vermeye fırsat kalmadan kafasını koltuğun baş kısmına yaslayıp gözlerini kapatıyor. Uykusuna düşkün arkadaşımı sabahın körü denebilecek bir saatte yatağından çıkarmanın mahcubiyetiyle onu öylece bırakıyor, fazla ses çıkarmamaya özen göstererek arabadan çıkıyorum. Arkamı döndüğümde Kenan Kaptan'ı görüyorum, Rıhtım Market'i yeni güne hazırlamak için üst kattaki apartmanından çıkıp köşeyi dönüyor. Sürekli burun çektiren bir soğuk, kalın ceketinin yakalarını kaldırtmış ona. Evinden değil de, evine geliyormuş gibi; çalışmakla hak ettiği, ana sütü gibi bir iç huzur yüzünü kaplamış.
İkimizin de bakışları Rıhtım Market yazan tabelasında geziniyor, tıpkı gündüz düşleriyle süslediği uçurtmayı izleyen iki çocuk gibiyiz. Dışarıdan oldukça sıradan görünen bu dükkân, benim için on dört yılımın anılarıyla dolu; Kaptan için daha da fazlası... Rıhtım Market'e yaklaşmak, her adımda zamanın düz bir çizgi olmaktan çıktığı boyutlara ilerlemek gibi; içine şöyle bir göz atmak, solmamış hatıralarından bir çiçek dürbününe bakmak adeta; bizden başka hiç kimsenin alamadığı buraya özel o koku, salınarak geçen yıllarımızdan yadigâr...
Adımlarımızdan tanır bizi, bizim sığınağımız.
12 yıl öncesi Ağustos Ayı, İstanbul...
"Bora!" diye sesleniyorum tekrar ve önceki yüz defada olduğu gibi cevap vermeyip birkaç adım önümde yürümeye devam ediyor. Sessizlikle terbiye edildiğime göre ne yapmış olabileceğimi tarayan milyonlarca hücrelerden birisi "Bir dakika ya!" diye itiraz ediyor. "Bu işte bir terslik var. Hani kız evi naz eviydi?"
Ergenlik denen cadı kapımızı çalmış, bedenlerimize birkaç yıl sürecek olan bir büyü yapmıştı. Bora'nın boyu artık geri dönülemez bir şekilde uzamayı sürdürdükçe, devasa adımlarına yetişmek benim için epey zorlaşmıştı. İlk tanıştığımızdaki benden bir parmak daha kısa oluşunun tadını daha iyi çıkarmalıydım belki de.
Gözlerim ancak ensesinin hizasındayken Kenan Kaptan'ın kendimi marketine girerken buluyorum, evlerimizden buraya kadar peşinden sürüklemeyi becermişti ya, helal olsun!
"Bora, ama tamam artık ya," diyorum arkasından. "Sanki yanlış bir şey yaptım ya, Allah Allah!"
"Yaptın." diyor suratıma dönmeyi bile lütfetmeyerek. "Ben de daha kötü bir hata yaptım, seni dinledim."
Hakemimiz olacak olan Kenan Kaptan'ın kendi tarafıma çekebilmek için selam vermek üzere ona döndüğümde, başını daha bize çevirmeden gülümsemeye başladığını yakalıyorum. Dükkânının tam ortasında sahne alacak bir kavganın kreşendosu olduğunu biliyor çünkü. Gülümseyişiyle ısınan bakışlarıyla buluşunca prelüde çok geçmeden başlıyorum.
"Ya Kenan Kaptan, şu Bora'ya bir şey söyleyebilir misin?"
Bora bu sırada çoktan marketin derinliklerindeki süt ürünleri kısmına gitmiş olduğundan, sağ elimin suçlayıcı parmaklarının ucunda şimdi çay paketleri var. Yakasından tutup yargıcın önüne çıkarmak istermiş gibi Bora'nın peşinden gidiyorum. "Bora!" diye seslenerek gelirken o sahte bir sinir ve bıkkınlıkla gözlerini devirip bir paket yoğurdu eline alıyor. Dikkati üzerime çekmek için kendisini isminden bıktırana dek, defalarca arkasından sesleniyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Efsanevi (Efsanevi #1)
Narrativa generaleKelimelerin aslında tahsisli ruhkurtaranlar olduğunu bilir miydiniz? Haydi, çekinmeyin, sorumun üzerine hissetmekten bir an olsun korkmadan düşünün. Gözlerinizi kapatın, boyutlarla inatlaşırmış gibi algınızın sınırlarını zorlayın, gerçekl...