"Dorian, carrion,
Will you come along to the end"-Agnes Obel
Günümüz, 24 Ekim, Karlsruhe, Almanya
İkimiz için de aşırı yorucu geçen bir günün akşamında, Selin üniversitede işini bitirip daireme uğramış, yemek hazırlamaya bile enerjimiz kalmadığından küçük daireme bir şeyler ısmarlamayı kararlaştırmıştık. Yemek siparişlerini de verdikten sonra ayaklarımızı uzatıp esneyişlerimizin reklam arasında devam eden bir sohbete başlıyoruz.
"Günün nasıldı?" diye soruyorum. Bilgisayar ekranına saatlerce hareketsiz bakmaktan sızlayan boyun kaslarımı ovalarken ona dönüyorum. "Anlat bakalım."
"Çok yorucu," diyor Selin ağrıyan şakaklarına masaj yaparak. Sonra başını kaldırıp öyle bir gülümsüyor ki, günün tüm çilesine katlanıp ödülünü aldığını anlıyorum. Gözbebeklerinin en dibinde doğan parlak bir sevinç, zaferine ulaştığının sırrını veriyor.
"Bugün Theodor'u görebildim," diyor ve iki elini göğsüne, kalbinin tam üzerine yerleştiriyor, gözleri yumulu. "Ayaküstü sohbet ettik. Ah, Eylül! O kadar nazik ki, o kadar centilmen ki... Kalbim dayanamıyor, bu hayranlığı kaldıramıyor benim zavallı kalbim!"
Tanıştırayım, bu da Selin'in umutsuz romantik hâli... Theodor ise onun doktora yaparken tanıştığı fakat aylardır açılamadığı karşılık âşkı... Selin, âşkını ilan etmek için en uygun zamanı beklediğini söylese de; bunun kendini kandırmak için çok iyi bir bahane olduğunu, aynı yollardan geçmiş biri olarak gayet iyi biliyorum. O yolda uzunca bir süre süründüğümden, oldukça sağlam empati kurabiliyor ve açılmaktan aslında reddedilmekten korktuğundan dolayı kaçındığını anlıyorum. Bu kendi içinde çözülmesi gereken bir mesele, akacak kan damarda durmaz misali, gün gelir ve kanaya kanaya itiraf edersiniz aşkınızı.
Test edip onaylamıştım.
"Ya sen ne yaptın bugün?" diye soruyor.
"Sabah yürüyüşünden döndükten sonra çıkmadım, tüm gün evdeydim. Kenan Kaptanı aradım, onunla konuştuk uzun uzun. Annem de aradı. Herkes iyiymiş."
Evet, annem aramış ve bebeğimle durumumuzu sormuştu. Maillerden mesajlara, mesajlardan telefon konuşmalarına terfi etmiştik; uzaklaşarak bağını güçlendiren tuhaf bir ikiliyiz biz. Kocasından tek kelime bahsetmemişti, nihayet ikimizi aynı kefeye koymamayı başarıyor olmalı... Mesafeler öğreticidir her zaman.
"Haftaya pazartesi bahsettiğim toplantı vardı ya," diye hatırlatıyorum. "Onun için sunum hazırlamakla ve yazılımı gözden geçirmekle uğraştım tüm gün. Anlaşma imzaladığımız şirketten de katılanlar olacak. Bu, yeni işimde kendimi kanıtlamam için önemli bir fırsat. Her şeyin mükemmel olması için çabalıyorum."
"Olacak," diyerek umut aşılamaya çalışıyor Selin.
"Umarım."
Kapı zilinin çalmasıyla ikimiz de ayaklanıyor ve yemeklerimizi alıyoruz. Midelerimiz mutlu sonuna kavuşurken, Selin pizzasından koca bir dilim ısırdıktan sonra ağzının dolu olmasını hiç de umursamayarak soruyor.
"Neredeyse sormayı unutuyordum. Bugün yine aramadın değil mi onu?" Biraz düşünüyor. "Dorian'ı?"
Telaffuzunu doğru yapması için onu düzeltip en iyi Fransız aksanımı takınıyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Efsanevi (Efsanevi #1)
Fiksi UmumKelimelerin aslında tahsisli ruhkurtaranlar olduğunu bilir miydiniz? Haydi, çekinmeyin, sorumun üzerine hissetmekten bir an olsun korkmadan düşünün. Gözlerinizi kapatın, boyutlarla inatlaşırmış gibi algınızın sınırlarını zorlayın, gerçekl...