18. Bölüm "Mesut Ol Sen - Part 1"

2.4K 240 45
                                    

İki buçuk ay önce... İstanbul...

Bir bizar kuş kıpırdanıyor avucumun içinde...

Kalbime yıllarca yârenlik eden bu serçenin derdini anlayabiliyorum. Dilini çoktan sökmüşüm, teselli etmek isteyen ritmik dokunuşlarım kanatlarını öperken parmak uçlarımla düşüncelerini okuyabiliyorum.

Bir şeylerin değiştiğinin farkındayım. Öyle ki, bu keskin farkındalık canımı acıtıyor. Dehşete düşmüş bir şekilde, tutkunun zifirî bir mürekkep olup her anı boyadığı geceye uyanıyorum.

            Başımı sımsıcak göğsünün üzerine yaslamışken meraklı bir komşu gibi kalbini, benim serçemi, dinliyorum. Duyduklarım içimde yankılanıyormuş gibi bir huzursuzluk kundağında sıkışmış hâlde buluyorum kendimi.

            Yine de, en derin aşk şiirlerine esin olabilecek bir gecede nefes kesen, duygusal bir noktürnün ta kendisiyiz. Dolunayın kırık beyaz ışığı altında biçim değiştirmişiz. Onun ışıl ışıl parlayan teni benimkiyle kaynaşmış gibi, sınırlarımız belirginliğini yitirmiş, öpücükler kelimeleri dudaklardan çalmış... Gönlümden taşan aşırı bir sevdaya kadifemsi dokunuşlarımı batırıp şakaklarından başlayarak parmak boyası yapıyorum.

            "Beni çok sev..." dediği gün bir kırılma noktasıymış. Önce taşımak için gönüllü olduğu bu ilişki, bıktığı bir görev halini almıştı. "Biz" parmaklarının arasından kayarken yaptığı bir yardım çağırısıymış o.

            Günden güne aramıza mesafelerin girdiğini, evrenin iki noktası gibi benden uzaklaştığını apaçık görebiliyorum. Çünkü artık konuşmayı bırakıyoruz. İletişimimiz gün geçtikçe eriyor. Oksijen israfı kısa diyaloglarımızın ardına saklıyorum ben saplantılarımı, kaçamak bakışlarım ayağıyla suyun sıcaklığını kontrol edermiş gibi ürkek... Sevgi sözleri yerine kaybetme korkusuyla tekleyen kalbimin sesi havada asılı artık, nefeslerimizin arasında.

Bora ise kayıtsız... Artık yorgun. Af diler gibi bıraktığı öpücüklerin, derin bir yaraya dönüşeceğinden habersiz. İlişkimizin mezarına bırakacağı çiçekleri sulayacak kadar hazır, yaşamla ölüm arasında sıkışıp kalan, beceriksiz bir hayalet gibi dolaşan sadece benim.

Çıkışı meçhul bir düşünce labirentinde koştururken Bora uyanıyor. Derin nefesleri kısalıyor, başım göğsünün üzerinde daha sık inip kalkıyor. Belimdeki eli, kolunun üzerine yattığım için uyuşmuş olmalı ki, miskin hareketlerle uzaklaşıyor vücudumdan. Beni yavaşça yana, yatağın ben tarafına dikkatlice yatırırken gözlerimi aralamamaya dikkat ediyorum. Uyku kirpiklerimin ucuna asılıyor olsa da, kalbim melankolik bir sızıyla uyanık tutuyor beni.

Yataktaki ağırlık kalktığında aheste aheste tek gözümü açıyorum. Perdeyi araladığında pencerenin önünde Bora'yı görüyorum. Birkaç kırpış sonra bakışlarım daha net ve alaca karanlıkta yorgun yüzünü görebiliyorum. Gecenin güneşi esir aldığı bu saatlerde hiçbir insan sahne makyajını yapmaz. Maskeler düşer ve gerçeği tüm çıplaklığıyla görürsünüz. O yıldızları, ben onu seyrediyorum.

İkimizin aklında da aynı düşünce peyda oluveriyor:

Uzansam benim olacak gibi, ama mesafelere kanmamak gerek.

Perdeyi örttüğünde oda yine boğucu karanlığa teslim oluyor ve tekrar gözlerimi kapatıyorum. Karıncalanan göz kapaklarından anlıyorum bahsi geçenin ben olduğunu.

"Hataydı." diye mırıldanırken bıkkın bir solukla nokta koyuyor cümlesine.

            İdam tahtasında taburemi itmiş gibi, lanetlenmişim gibi, felç inmiş gibi olduğum yerde kaskatı kesiliyorum. Sıktığımın farkında olmadığım yumruklarımın içindeki tırnak izlerine benzer yaralar bırakıyor bu cümle. Asit yağmuru gibi delik deşik ediyor ruhumda umudun yeşerdiği tüm toprakları. 

            Bora yastığını ve telefonunu da alıp salona uyumak için geçerken titrediğimi hissediyorum.

            Günümüz... İstanbul... (22 Ağustos)

            Hayır, titrediğimi duyabiliyorum.

Tek gözümü araladığımda komodinin üstündeki telefonumun yanıp sönen ışığını fark ediyorum. Tembel tembel doğrulurken uykunun mahmurluğundan sıyrılmaya çalışıyorum. Arayan numaranın kayıtlı olmadığını ve muhtemelen yanlış numarayı aradığını tahmin edince isteksizce çağrıyı kabul ediyorum.

"Efendim?" diyorum, sesim ikinci heceden çatlıyor.

Hattın ucundaki muhtemelen saat dokuz buçukta yarıda böldüğü uykumu sorguluyor olmalı.

"Eylül ile mi görüşüyorum?" diyor bir bayan sesi.

"Evet, benim." diye yanıtlıyorum sessizce esneyerek.

"Merhaba, Eylül. Ben Mehtap, Bora'nın ablasıyım."

Efsanevi (Efsanevi #1)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin