Günümüz... İstanbul... (22 Ağustos)
"Merhaba." diyorum, yüzüme bir kova soğuk su dökülmüş gibi uykum açılıyor. Farkına varmadan nefesimi tutuyorum, elimi sakinleştirmek istercesine kalbimin üstüne götürüyorum.
"Nasılsın, Eylül?" diye soruyor Mehtap.
Sesinin tınısını analiz edip çıkarımlar yapacak kadar tanımıyor olsam da Bora gibi Mehtap da muntazam bir diksiyona sahip, çocukluk hatıralarımdan çıkarabildiğim kadarıyla içten, neşeli ve bir o kadar da şahsına münhasır...
"İyiyim, teşekkürler. Sen?"
"Teşekkür ederim." diyor cevaben. Derin bir nefes alıp devam etmeden önce kalp dedikleri göğsümdeki çığırtkanı duyup duymadığını merak ediyorum. "Akşam akşam rahatsız etmek istemezdim, fakat galeride işim ancak bitti. Sonra İstanbul trafiği falan... Birkaç gündür seni arama niyetinde olsam da sergi hazırlıklarından şimdiye dek hiç fırsat bulamadım."
Beş algımı, sadece telefonumdan gelen sesi duymaya indirgiyorum. Bir şekilde kelimeler bana ulaşmadan açacakları yaraları tahmin edip önlemimi almak istiyorum.
"Eylül, Levent Amca'yla Hanife Yengem senin ziyaretinden sonra Bora'ya ulaşamayınca bana ulaştılar. Seni aramayı düşündüm, fakat Bora'nın kararına saygı duymam gerekiyordu. Bora Burka ç hafta önce yanımıza geldiğinde her şeyi arkasında bırakmak istiyordu sadece. Temiz bir sayfa açmak için bırakmıştı İstanbul'u. Ancak bir hafta kadar önce Kenan Amca babamı, ardından da beni aradı. Israrla Bora'nın nerede olduğunu sorup İstanbul'a dönmesi gerektiğini tekrar tekrar vurgulayınca seni aramanın en iyisi olacağını düşündüm."
Konuşmama fırsat vermeden devam etmesine seviniyorum, çünkü nefesim kesiliyor, telefonu tutan parmaklarım karıncalanıyor.
"Kardeşimle aranızdaki meseleyi yahut ne yaşadığınızı tam bilmiyorum ki kendisi de bize hiçbir şeyden bahsetmedi. Keza arkadaşlığınızı ilerletip bir ilişkiye başladığınızdan bile bihaberdim, amcamlardan öğrenene kadar..."
"Anlıyorum." diyorum yanıt olarak. Parçalarımı bir arada zor tutuyor olsam da sesim olabildiğince güçlü ve oturaklı... Mehtap devam etmek için tekrar bir derin nefes alırken refleks olarak gözlerimi kapatıyorum.
"Ayrılıklar hiçbir zaman kolay değildir, Eylül, bilirim. Zamana bırakmak şu an sana ne kadar zor geliyorsa, inan bana, bunu başarabildiğinde her şey daha iyi olacak."
Yüzüme düşen saçlarımı tek elimde geriye yatırırken binlerce kez duyduğum bu sözler yüzünden sessizce sabır diliyorum. Yanıt verecekken devam ediyor.
"Ve Eylül... Senden bir ricam olacak."
"Evet." derken devamını bekliyorum.
"Bu her neyse Bora ile aranızdaki bir mesele. Annemle babamı karıştırmamanı rica ediyorum. Bora bizim yanımıza geldiğinde hayatındaki her şeyden bunalmıştı. Şu an bambaşka bir yerde temiz bir sayfa açıyor kendine. Sanırım bu ilişkiyi senin de mazide bırakman ikiniz için de en hayırlısı olacak."
Beynimden vurulmuşa dönüyorum.
"Beni dinlediğin için teşekkür ederim, umarım dediklerimi düşünürsün. Belki senin de tertemiz bir sayfaya ihtiyacın vardır, Eylül. Kendine iyi bak. İyi geceler."
Bir cevap mırıldanıyor olmalıyım.
Dıt dıt dıt...
Dıt dıt dıt...
Bebeğime avcumla sarılarak uyuduğum huzurlu bir geceyi bölen davetsiz çağrıya isyan ediyormuş gibi telefon da...
Telefonu kulağımdan indirip ekrana, az önce neler olduğunu dile gelip bana açıklamasını ister gibi bakıyorum. Zihnimin içinde telefon konuşmamızdan parça parça kelimeler avare avare dolaşıyorlar, kabadayı soru işaretleri mekânın tek sahibi gibi ağırlıklarını hissettiriyorlar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Efsanevi (Efsanevi #1)
Ficción GeneralKelimelerin aslında tahsisli ruhkurtaranlar olduğunu bilir miydiniz? Haydi, çekinmeyin, sorumun üzerine hissetmekten bir an olsun korkmadan düşünün. Gözlerinizi kapatın, boyutlarla inatlaşırmış gibi algınızın sınırlarını zorlayın, gerçekl...