"Hiç mi düşünmedin sen, sevdiğin böyle ağlar..."
10 Eylül sabahı, İstanbul Atatürk Havalimanı
Havaalanlarındayken içimdeki o tuhaf duyguyu hisseden sadece ben miyim, diye sorgularım çoğu zaman. Kararlar ve sonuçları, sanki biçim kazanıp belirginleşmiştir böyle noktalarda. Zincirleme tepkime gibi, atılan her adımın bir akıbeti olacağı ve nicelerine de yol açacağı; keskin bir his olarak arz eder. Belirsizlikte kaybolmuş ruhların ihtiyaç duyduğu net bir karar oluverir; o koca demir yığını, kanatlarında umutlar, hayaller, keşkeler, kırık kalpler taşıyarak göğe yükselir.
Etrafımdan akan insan seline şöyle bir bakıp daha önce hiç görmediğim o figüranların da kendi hikâyeleri olduğu aklıma gelir hep. Hepsi, aslında yazdıkları hikâyelerinde başrol; bazıları elinde bir kalem tuttuklarından bile bihaber olsa da... Ben de onların arka plânındaki, kendi kurgusunun serim-düğüm-çözümünde dans eden başka bir figüran...
Ve vedalar...
Hunharca sarf edilen kelimelerin değerinin hiç de bilinmediği bu devirde, en mühim sözcüklerden bir tanesi: Elveda. Hayat gün geçtikçe daha da hızlı akarken, yaşamımıza girip çıkanların çetelesini tutamayacak kadar yorulmuşken bizi kördüğümlerden azat eden bir makas. "Yollarımız ayrılıyor; ama bana kattığın her şey için sana teşekkür ederim."in tek bir kelimeye sığdırılmış hâli veya "Bende bir iz bıraktın." demek veya iyi şanslar dilemek...
Belki de Bora, tam da bu yüzden hiç uğraşmamıştı. Kim bilir...
Check-in işini hallettikten sonra, güvenlik kontrolünün önünde bizim veda zamanımız geliyor. Cem bana doğru dönüyor, aramızdaki boy farkını örtmeye çalışırcasına eğiliyor, uzun kollarını kocaman açıyor ve şefkat dolu bir şekilde sarılıyor.
"Kilometrelere aldanma, olur mu?" diyor uykusuzluktan çatlayan sesiyle. "Bir telefon uzağında olacağım. İstediğin zaman ara. Lütfen. Ara."
Cevap verecekken bitirmediğini anlıyorum. Kollarından ayrıldıktan sonra bir elimi iki avcunun arasına alıp devam ediyor. Bakışları öyle ciddi ki, söylediklerine tüm dikkatimi toplamamı gerektiriyor.
"Arkadaşımı tekrar kaybetmek istemiyorum, Eylül."
Acı bir tebessüm can buluyor dudaklarımda.
"Kaybetmeyeceksin," diyorum onunkine göre minik kalan diğer elimi de onunkinin üstüne koyarken. "Önceliklerim değişti artık."
Bebeğimi ona söylemeden gitmenin pişmanlığını ileride yaşamak istemiyorum.
Tabii, o bunu bilmediğinden çok daha farklı anlıyor.
"Kariyerinde çok iyi yerlere geleceğini biliyorum, Eylül." İşi şakaya vurmadan duramıyor, her zamanki gibi. "İşkoliklikte seviye atlayıp kendini harap etme oralarda ama... Seni yalnız bırakmaya gelmez."
"Kendime çok iyi bakıyorum ve yormayacağım, merak etme. Ayrıca yalnız da olmayacağım," diyorum gülen gözlerinin içine bakarak. Bir akciğer dolusu cesareti çekip devam ediyorum:
"Birkaç aya kucağımda tüm ilgi ve alakamı talep eden bir bebeğim olacak çünkü."
Dediklerim zihnine damla damla düştüğünde gözlerinde değişen manzara, gerçekten olağanüstü. Beni şaşırtan, şokun yerini birdenbire kalp kırıklığına bırakması...
"Eylül..." diyor tüm endişelerini ismimin arkasına sığıştırarak.
"Dedim ya Cem, merak etme. İyiyim ben. İyiyiz. Çok daha iyi olmak için gidiyoruz."
"Ne olur..." diyor. İşin ciddiyetini kavramamı istermiş gibi omuzlarımı tutup başını eğiyor. "İçine kapanma. Bir sorun olduğunda mutlaka ara beni. Haberdar et. Hele ki bu haberden sonra," Hızlıca karnıma bakıp gülümsüyor. "Aramazsan kırılırım."
"Tabii." diyorum. Tekrar sarılıyor.
"Neden daha önce söylemedin?" diye fısıldıyor kulağıma.
"Ben de geç öğrendim ve kendimi o gittikten sonra toparlamam uzun zaman aldı, Cem, biliyorsun. Kendim bile bu sürprizi hazmedene kadar uzun süre geçti. Türkiye'de bekâr anne olmak kolay değil, hiç değil, Almanya'ya gidişimi kesinleştirene kadar sır olarak kalması gerekiyordu."
Anlayabildiğini anlayış dolu bakışlarından, kafasını hafifçe sallamasından çıkarıyorum.
"Betül'e selam söyle." diyorum sırt çantama uzanırken.
"Söylerim, sen de..." Hâlâ inanamıyormuş gibi gülümseyerek devam ediyor. "Yeğenime iyi bak."
"Hoşça kal, Cem." diyorum, yüzümde minnettar bir gülümseme ile.
"Hoşça kalın, Eylül." diyor.
Çantamdaki pasaportumu, kimliğimi ve biletimi çıkarıp elime alıyor ve güvenlik kontrolünde ilerliyorum.
not: İstikamet, Deutschland!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Efsanevi (Efsanevi #1)
General FictionKelimelerin aslında tahsisli ruhkurtaranlar olduğunu bilir miydiniz? Haydi, çekinmeyin, sorumun üzerine hissetmekten bir an olsun korkmadan düşünün. Gözlerinizi kapatın, boyutlarla inatlaşırmış gibi algınızın sınırlarını zorlayın, gerçekl...