"Ben Dişi Ejder'dim ve masayı asla boş bırakmazdım."
-
Evime gidip şirkete gitmeye karar vermiştim birkaç gün sonra. Üstümü değiştirmek için eve girip üst kata çıktım. Üzerime beyaz bir gömlek giyip bir düğmesini açık bıraktım. Bej rengi bol pantolon giyip kahverengi kemer taktım. Ayağıma beyaz stiletto giyip koyu kahverengi küçük kol çantama gerekli olan şeyleri koyup garaja indim. Motorumu da cidden özlemiştim. Kaskımı takıp motoruma bindim. Garajda olduğum için motorumu birazcık bağırttırdım ve yola çıktım. Şirket binasının önüne geldiğimde çevredeki bakışlar beni bulmuştu. "Başladık yine." diye mırıldandım. Binaya girerken çalışanlarımın sorularını nazikçe geri çevirip odama ilerledim. Odaya girdiğimde koltuğa geçip John'u aradım gelmesi için. Bir dakika dolmadan kapı kırılırcasına açıldı. Resmen dağılmış bir adet John karşımda duruyordu. "EFENDİM! NERELERDEYDİNİZ? BEŞ GÜNDÜR SİZE ULAŞAMIYORUZ! BİR SÜRÜ DEDİKODU ÇIKTI! MASANIN BAŞI ARTIK BOŞALDI GİBİ BİR SÜRÜ DEDİKODU!" Şaşkınca John'a bakıyordum. "Sakin ol. Nefes al. Buradayım." dediğimde nefes almayı unuttuğunu fark etmiş olacak ki derin bir nefes aldı. "John şimdi o dedikoduları yayan,düşünen,dile getiren kişileri bulup 10 dakika sonraya acil bir toplantı ayarlıyorsun. Toplantıya katılım sağlamayanlara sadece 'Kirlilerinizi dökmekten çekinmem' dediğimi ilet." Bana kaşlarını çatarak baktı. "Durum o kadar ciddi mi Dişi Ejder?" Kafamı salladığımda hızlıca odadan çıktı. Dişi ejder yer altında ününü salmış, duyanı tir tir titretecek kadar korku salmış birisi. Benim lakabım Dişi Ejder. Bütün bunları geride bırakmam gerek mi bilmiyorum ama şu işleri halledersem bir şeyler düşüneceğim. Bırakmak istemiyordum. Dünyada Dişi Ejder olarak kalmak istiyordum.
Düşüncelerimle savaşırken kapı tıklatıldı. Ne kadar zaman geçti bilmiyordum. "Gir." dediğimde içeri Alice girdi. "Efendim,herkes toplantı odasında sizi bekliyor." Yavaşça koltuğumdan kalktım. "Güvenlik önlemlerini iki katına çıkarın." Cevabını duymaya gerek kalmadan odamdan çıktım. Topuklu ayakkabımın sesi koridorlarda yankılanıyordu. Her adımımda yapacağım şeyleri tekrar ediyordum. Toplantı odasının kapısına vardığımda durdum. Derin bir nefes alarak elimi salık saçlarımda gezdirdim. Kapıyı daha fazla beklemeden açıp içeri girdim. Girdiğimde herkes ayaklanmıştı. "Oturun." dediğimde yerlerine geri yerleştiler. Uzun masanın en başında olan koltuğa adımladım ve oturdum. Çaprazımda oturan Luke merakla "Bizi neden apar topar çağırdın Dişi Ejder?" dediğinde ellerimi masanın üzerinde birleştirdim. "Merakını anlıyorum Luke. Ben bir haftacık yokken hemen ortalığı ayağa kaldırmışsınız?" Dediğimde bakışlarını benden başka her yerde gezdirdi. John odanın köşesinde bana odaklanmış şekilde beklerken John'un dediklerini taklit ettim. "Masanın başı artık boş!" Alay eder gibi konuştum. Masadakilere göz gezdirmeye başladığımda bir çift göz odağını bozmadan bana kitlenmişti. Ona bakışlarımı mimlerken konuşmaya devam ettim. "Bu dedikoduyu çıkaranların cezası olmayacağını mı sanıyordunuz? Ben ortalıklarda değilken de sizin ne haltlar karıştırdığınızı biliyorum." Carolina bu sefer gözlerini çekmişti, gözlerimi bir kaç saniye daha onda tutup ayırdım. Ayağa kalktığımda herkesin bakışları beni bulmuştu. Masanın etrafında dolanarak ellerimi onların üstünde gezdirdim. Bazıları tir tir titrerken bazıları kendini sıkıyordu. Üzerlerindeki etkim her zaman hoşuma gitmiştir. Çünkü hepsi aşağılık tiplerdi. Ellerimi David'in üzerinde durdurdum. Kafamı kulağının yanına yaklaştırıp fısıldadım. "Ben yokken o teslimat yapılabilir mi sandın? Ya da o küçük çocuk çocukları kandırıp çocuk ticareti yapmaya kalkmandan haberim olmayacağını falan mı sandın?" İşte şimdi titremeye başlamıştı. Aniden kalkarak bana saldırmaya çalıştığında bileğinden tutup ters çevirdim. Sonra masaya sert bir şekilde çarptım. Belimde ki tabancayı çıkarıp şakağına dayadığımda konuşmaya başladım. "Bundan sonra böyle salakça düşüncelere karışıp bir haltlar yemeye kalkmayın hele ki benim nefret ettiğim şeyleri şeyleri asla." Asla'yı bastırarak söylemiştim. David'in kafasını masaya iki kez çarptım ve yere doğru düşmesini izledim. Yerde yatarken kafasına bir el ateş ettiğimde nefesler tutulmuş odada çıt dahi çıkmıyordu. "John, bize birer tane tatlı getirtir misin?" dedim. John kafa sallayıp çıkacakken aklıma gelen şeyle durdurdum. "Ha! Bir tane de kırmızı yılan." Gözlerimi Carolina'da gezdirdiğimde mesajı almıştı. "Hemen geliyor efendim!" Dediğinde hızlıca odadan çıktı. Yerime geri geçip oturdum. Gülümseyip masadakilere döndüm. "Nasılsınız hanımlar ve beyler?" Hepsi tuhaf tuhaf bana bakıyorlardı. Gözünüzü oyasım var ama bakmayın bana öyle istekli istekli. Stefan konuşmaya başlayınca ona döndüm. "Sohbet etmek için mi çağırdın bizi Dişi ejder?" Yüzümü aniden ifadesizleştirip gözlerimi ona diktim. "Öyle olursa bile itirazın mı var?" Gözlerini kaçırıp yerinde pısınca yine gülümsemeye devam ettim. "Tatlılar gelsin öyle muhabbet edelim. Ne demişler tatlı yiyip tatlı konuşalım öyle değil mi Francis?" Francis bir haltlar peşindeydi ve bunun farkında olmadığımı sanıyordu. İma ettiğim şeyi anlamış olacak ki gerginlikle gülümsedi. "Evet! Aynen öyle Cariño!" İspanyol'du Francis, ve bana sürekli canım veya aşkım manasına gelen Cariño diyordu. Tam bir şey diyecekken içeri tatlılarla beraber John girmişti. John'a dua etsin yoksa onunda kafasını patlatacaktım. Hizmetliler tatlıları dağıtırken çaktırmadan Carolina'ya bakıyordum. Yüzündeki memnun ifadeyi görünce gülesim gelmişti. Bana oyun hazırlamak ha? Oynayalım Cariño. Oynayalım bakalım. Ama benim istediğim şekilde. Hizmetliler çıktığında tatlıma bir bakış attım. Sonra ise tatlılarını yiyen masadakilere baktım. "Anlatın bakalım ben yokken neler oldu bitti? Dedikodular,ölenler,dirilenler? E hadi ama!" Hevesle konuştuğumda John alttan alttan sırıtıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALTIN GÖLGE - ARAF SERİSİ
Fantasy"Son kehanet ise... Karanlığın içinde büyük bir patlama olacak,öyle bir güç açığa çıkacak ki yer yerinden oynayacak. Gökler yarılırcasına çığlıklar atacak,bebekler korkudan durmadan ağlamaya başlayacak. Anneleri bebeklerini susturamayacak,sakinleşti...