"Sinsice havaya karışıp zehrini salgılayan savaş,barışı zehirliyordu. Artık barış yoktu,ölüm ve savaş vardı."
-
Boynumu kütletip karşımdaki kaleye baktım. İzimi istediğim gibi saklayabilirdim,bugün gerçekler listesine bir madde daha ekleyecektim. Hissediyordum. Enerjimi bedenime yönlendirip tüm hücrelerimi gizlemesini emrettim. Bir kaç saniyede tamamen görünmez olmuştum. Kanatlarımı açıp kalenin duvarlarının zirvesine uçtum. Aşağı doğru süzüldüğümde kalenin bahçesindeydim. Yeşil çimler ve meyve ağaçları vardı. Başka hiç bir şey yoktu. Kapıda duran askerlerin nöbet değişimi iki dakika içerisinde gerçekleşecekti. Bende o sırada içeri girecektim. Tam tamına iki gündür kaleyi izliyordum,canlı canlı ve vizyonlarda. Sakin adımlarla askerlerin yanına gittim,kanatlarımı kapatıp kapının hemen kenarında durdum. İçerden adım seslerini duyduğumda sakince beklemeye devam ettim. Kapı açıldı ve askerler dışarı çıktı. Bende hemen o ara içeri sıvıştım. Siyah'a bürünmüş kaleyi tekrar inceledim. Tablolar,avizeler yerli yerindeydi. İlk önce yukarı çıkmayı düşünüyordum,çalışma odasını bulmam gerekiyordu. Adımlarımı geniş merdivenlere yönelttim. Kale ışınlanmayı engelleyen bir mühürle korunuyordu. Sahibi dışında kimse ışınlanamıyordu. O yüzden başından beri tabana kuvvettim. Merdivenler bittiğinde koridora ulaşmıştım. İkiye ayrılıyordu,içimden bir ses sol tarafta odasının olduğunu fısıldıyordu. Adımlarımı oraya yönlendirip odalara dikkatle göz gezdirdim. Ben hislerim konusunda asla yanılmazdım,tanrı şahit ki yanılmazdım. Ama ilk defa yanılmış olmayı diledim. Çünkü yine yanılmadıysam,güven diye bir şeyin kırıntısı dahi söz konusu olamazdı benim için. Ama biliyordum ki,yanılmayacaktım. Derin bir nefes alıp koridorun sonunda bulunan odaya ilerledim. Hafifçe kulağımı kapıya yaslayıp biri var mı diye dinledim. Kimse yoktu,kapıyı aralayıp içeri girdim. Bu kata hizmetliler sadece öğleleri geliyordu. Biz ise akşamüstündeydik. Yine siyahlara ürünmüş bir odaydı. Masa dap dağınıktı. Kağıtlar her yerdeydi,büyülerle havada asılı duran kağıtlara dikkatle baktığımda kaşlarım çatıldı. Yaklaşıp bir kağıda baktım. Aileme dair bir çok bilgi yazılıydı,eskiden olmuş olaylar vesaire. Diğer kağıda baktığımda kehanetlerden bahsediyordu. Bir diğer kağıda baktığımda üzerlerine çarpı atılmış üç isim gördüm. Ölüm üçgeninde ki isimlerdi,yani bizim. Üçgenin ortasında bir dörtgen vardı. Ortasında isim değil,hareketli bir çizim vardı. Canlıymış gibi hareket eden kılıç birisinin boynunu koparıyordu. Zihnime kazıdım bu anı. Masanın arkasına ilerledim,çekmeceleri kurcalamak için. Hafifçe eğilip ilk çekmeceyi açtım,saçma sapan kağıtlar duruyordu. Kağıtları kaldırıp gizli bir şey aradım lakin yoktu. İkinci çekmeceyi açtım,boştu. Elimle yoklayıp herhangi bir şey aradım. Bulamayınca onu kapatıp diğerine geçtim. Son çekmeceydi,açtığımda bunda da bir şey yoktu fakat yoğun bir enerji etrafımı sarmıştı. Kesinlikle bu çekmecede saklı bir şey vardı. Mührünü kırmayı denedim,gizlilik mührü vardı üzerinde onu anlamıştım. Kara mühürle korunuyordu. Koca bir siktir çekip öfkemi mühre yönelttim. Kırılmıştı,üç büyük türdüm ben. Üç koca türün birleşimiydik abimle. Normaldi bu zayıflıkları mühürlerin. Mühür kırıldığı anda bir kitap ve kitabın altında kalmış bir anahtar karşıladı beni. Kitaptan geliyordu enerji,onu anlamıştım. Kitabı hafifçe kaldırıp köşede kalmış anahtarı aldım. O da benimle birlikte görünmez olduğunda kitabı almak için geri dönmeyi kenara yazdım. Anahtarın kopyasını yapmalı mıydım? Evet,kesinlikle yapmalıydım. Enerjimle anahtarı kopyalayıp yerine yerleştirdim. Çekmeceyi kapatıp odada gözlerimi gezdirdim. Bu anahtar neyi,nereyi açıyordu? Kasa,kapı,dolap... Dolap! Odada bulunan büyük dolabın önüne yaklaşıp durdum. Kapaklarını hafifçe açtığımda elbette hiç bir şey yoktu,fakat... Elimi dolabın kapaklarının iç kısmında gezdirdiğimde bir çıkıntıda durdum. Elimle orayı yokladığımda dolabın içindeki düzlük bozuldu ve yerini gizli bir kapıya bıraktı. Dolabın içine girdim ve kapıyı araladım. Herhangi bir tuzak var mı diye zifiri karanlıkta gözlerimi gezdirdim. Tanrıya şükrediyordum,bana bu güçleri verdiği için. Gözlerim karanlığa alıştı ve artık her şey netti. Aşağıya doğru inen merdivenler vardı. Tuğladan oluşmuş siyah,küflü duvarlara dokunmadan merdivenlere adımımı attım. Ardından arkamdaki dolap ve gizli kapı kapandı. Omuz silkip aşağıya doğru ilerlemeye başladım. Su damlalarının sesleri geliyordu ve aşırı iğrenç bir koku havayı boğuyordu. Burnumu parmaklarımla kapayıp öyle ilerlemeye devam ettim. Sonunda meşalelerin yandığı bir alana geldiğimde kaşlarımı çattım. Burası bir zindan mıydı yani? Ne haltlar dönüyordu burada? Tek bir odacık vardı,lakin oldukça geniş ve pisti. Ama ortasında zincirlere asılmış biri duruyordu. Kafası ve beli eğikti,düzenli nefes alıyordu. Bedenine göz gezdirdiğimde gözlerimi hemen kaçırdım. Adam çırılçıplaktı. Üzerinde hâlâ hafifçe sızan kanlı yaralar vardı ve çoğu çok kötü durumdaydı. Bundan beterlerini görmüştüm,tepki vermedim. Hafifçe oraya adımlayacakken adımlarım zemine resmen çivilendi. Ağzım hafifçe açılmış ellerim yumruk olmuştu. Zincirlere bağlı olan adam kısık gözleriyle,kafasını kaldırmış bana bakıyordu. Sorun bu değildi,sorun Valtor ile aynı olmasıydı. Yoksa,gerçekten o muydu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALTIN GÖLGE - ARAF SERİSİ
Fantasy"Son kehanet ise... Karanlığın içinde büyük bir patlama olacak,öyle bir güç açığa çıkacak ki yer yerinden oynayacak. Gökler yarılırcasına çığlıklar atacak,bebekler korkudan durmadan ağlamaya başlayacak. Anneleri bebeklerini susturamayacak,sakinleşti...