27. BÖLÜM

15 2 0
                                    

-

Kafamı düş aynasından çekip cama baktım. Gün aydınlanıyordu,güneş sıcaklığı ile tekrar bütün varlıklara kucak açmıştı. Tiksindim,cama ilerleyip siyah perdeyi çektiğimde yine içerisi karanlığa gömüldü. Fakat etrafı net bir şekilde görebiliyordum hâlâ. Titreyen,yavaş yavaş siyaha dönen ellerime bir bakış atıp dağınık odada masama doğru ilerlemeye çalıştım. Karanlık büyüler ve kehanetlerle uğraşırsanız,bedeli çok ağır olurdu. Hem de çok ağır... Masaya geçip sandalyeyi çektim. Yavaşça oturduğumda parşömenleri karıştırdım. İstediğimi bulduğumda hasta bir gülüş çıktı ağzımdan. "Yakında... Bir hafta... Hmhm,yapacağım kesinlikle. Şansı yok..." Hasta düşüncelerimi dışa vururken sayıklıyordum. Yıllardır,peşinde sürükleniyordum. Dalgalar beni etrafa çarparak o yola sürüklemişti,ya boğulup dibe batacaktım ya da yüzeye çıkıp nefes alacaktım. Parşömeni açıp eski kadim dilime baktım. Topraklarım... Ailem,ölmüştü. Ben öldürmüştüm. Dudaklarımdan bir kıkırtı çıktı. Parşömende yazılan büyüyü okudum yine. Defalarca yaptığım gibi. Onu kapatıp başka parşömene geçtim. Bir kaç parşömen daha. Sinirle onları masadan fırlattım. "Bitsin şu iş artık!" Ağzımdan tükürükler saçarak hastalıklı bir şekilde bağırıyordum. Dudaklarımı yalayıp tekrar yerime oturdum. Eski çekmeceyi açıp kitabı elime aldım. Boğucu enerjisini hissettiğimde parmaklarım uyuştu. Biraz daha siyaha büründü ellerim. Aynı kalbim ve zihnim gibi. Sağ elimle boynumu kaşıdım. Kitabı hafifçe aralayıp derin bir nefes aldım. 4. sayfayı açtım. Kalın kitaptan üç sayfa atladım,başka bir sayfaya geldim. Mırıldanarak sayfayı değiştirdim. Bu işlemi defalarca kez yaptım. Yine ve yine. 489. sayfaya geldiğimde gözlerim parladı. Enerjim uykuya çekilmek istiyordu ama biraz daha zorlayacaktım onu. "Evet... Dört büyük kehanet ve Dört büyük güç..." Mırıldanarak sayfayı inceledim. Dört büyük kehanetten bahsediyordu,ve onun getirisi olarak dört büyük güçten. Sonucu mu,sebebi mi bilememiştim. Mırıldanmaya devam ederek sayfada parmaklarımı gezdirdim. Bir noktada parmaklarım kasıldı. Oraya dikkatle baktığımda cümleleri okudum. "Yüzük ve kitap bileşirse... Hmm,dört büyük güçten birisi tamamlanır. Altın Gölge ve Siyah Aleve ait kılıçlar birleşirse ikinci büyük güç..." Kitap bendeydi,sadece kitap bendeydi fakat yakında diğerlerine de sahip olacaktım. Önünde sonunda benim olacaklardı. "O'nun kanadı koparılıp kanadından akan kanlı tüy düştüğünde üçüncü büyük güç... Ama o tüy yakılmalıymış... Değişik... Fedakârlık,büyük ve geri dönüşü olmayan fedakârlık yapıldığında dördüncü büyük güç elde edilir..." Mırıldanarak düşündüm. Üç büyük güce sahip olabilirdim fakat... Sonuncusu? Daha neyi feda edecektim ki? Öfkeyle saç diplerimi yoldum. Tırnaklarımı eski ahşap masaya sürterek kırdım. Dizlerime vurarak susmayı bekledim. Deliriyordum. Güce erişemezsem delirip acı çekerek ölecektim. Olmamalıydı bu,olamazdı. 

-

Gözlerimi açmak istemiyordum. Fakat yüzümde gezinen el hiçte yardımcı olmuyordu bana. "Uyuyacağım..." Mırıldandığımda hafifçe güldüğünü hissettim. "Uyan kızım,bugün önemli bir gün." Gözlerimi hafifçe aralayıp anneme baktım. "Ne önemi? Ne günü?" Homurdanarak kurduğum cümleye tekrar güldü. "Annecim,Draken sana ejderha seçmek için krallığına götürecekti ya,unuttun mu?" Hatırladığım şey ile heyecanla doğruldum. Bir kaç gün önce Draken bana ejderha hediye etmek istediğini söylemişti. Bende saçını çekip şaka yapmamasını söylemiştim. Tabii karşılığında enseme tokat yemiştim. Şaka olmadığını,ejderhalarla aramda bir bağ olduğunu düşündüğünü söylemişti. Yataktan fırlayıp banyoya koştum. "Yavaş ol! Bir yerini kırarsan ejderha seçemezsin!" Anne,ölümsüz sayılırım ya hani... Sende ölümsüz sayılırsın... Neyse çok kafa yormayalım,anne iç güdüsü sonuçta. Söylediğini yapıp hızımı düşürdüm. "Tamam!" Odama doğru seslenip musluğu açtım. Yüzümü yıkadıktan sonra duş alacağımı hatırladım. Homurdanıp duşa girdim. Kısa bir duştan sonra kıyafetlerimi düşündüm. Yine zırh giymek istiyordum. Evet zırh giyecektim. Siyah,vücut hatlarıma tam oturan zırhı giydiğimde saçlarımı salık bıraktım. Perçemlerimi hafifçe arkaya çekiştirdim. Hızlı adımlarla yemek salonuna indim. Gülerek bana bakan aileme burukça güldüm. Abim yoktu,yaşıyordu fakat burada değildi. Babamın gözünden kaçmamıştı bu durum. "Kızım? İyi misin?" Kafa sallayıp yanlarına gittim. Sırayla yanaklarını öpüp masaya geçtim. Kahvaltılıklardan hızlıca alıp yedim. Annem ve babam sohbet ediyor arada bana da laf atıyorlardı. Bende dolu ağzımla onlara laf yetiştiriyordum. Yemeğim bitince ayağa kalktım. "Ben gidiyorum!" Heyecanla ışınlandığımda çocuk gibi oradan oraya koşuyordum resmen. Sabırsızlanmıştım. Sarayın girişindeki askerler beni görünce hemen kapıyı açtılar. Deli görmüş gibi bakmalarını umursamadım. Hızlıca içeri geçtim. Draken muhtemelen ejderha bahçesindeydi. Evet her şeyin başına ejderha koyuyordu ruh hastası. Bahçeye açılan kapının nerede olduğunu sorgularken ikizleri gördüm. "Theo! Dora!" Onlara seslendiğimde bana baktılar. İkisi de beni gördüklerinde bana doğru koştular. "Diana!" Theodora elimden tutup çekiştirirken ikizi gülüyordu. "Heyecanın üç metre öteden belli oluyor Diana!" Gülerek saçlarını karıştırdım Theodor'un. "Heyecanlıyım,bir an önce onları görmek istiyorum!" Çocuksu heyecanımla konuşurken onlarda sırıtıp beni bahçeye çıkardılar. Bahçe dediğimize bakmayın,araziydi burası. 32 dönümdü ki,bir zahmet olsundu. Ejderhaydı bunlar,kanatlı kertenkele değil. Orta tarafta devasa bir kale vardı. Birde arazinin sol köşesinde ondan biraz daha büyük bir kale vardı. Tahminimce ejderhalar için yuvaydı oratadaki. Draken'i görmeyi beklerken sadece Draken'i görmemiştim. Koşar adımla yanlarına gidip Valtor'un koluna yapıştım. "İşin yok muydu senin?" Gözlerime bakıp güldü. "Hallettim ve sevgilimin ejderha seçimini görmeye geldim." Hafifçe tebessüm edip yanağını öpmek için parmak uçlarıma çıktım. Bana kolaylık olsun diye eğildiğinde kokusunu içime çekerek öptüm. Geri çekildiğimde Draken'in kınayıcı bakışlarıyla karşılaştım. "Ejderhayı verecek benim,sarılıp öpülen kişi Valtor." Sitemli sesine güldüm. Yanına gidip sarıldım. O da dayanamayıp sarıldı ve saçlarımı okşadı. "Kardeşim benim. Yemin ederim artık herkese üç kardeşim var diyorum!" Söylediklerine kıkırdarken geri çekildim. "Hadi,ejderhaları göster bana!" Heyecanla konuşup yerimde kıpırdandım. Burnuma bir fiske atıp omuzumdan tuttu. "Onlar gelip seni seçecek,sen değil. Baştan söyleyeyim. Ha,birde," Parmağıyla kaleyi gösterip konuştu. "Oradan hepsi çıkacak. Seni seçeni sen anlarsın zaten fakat dikkatli ol. Öyle kolay değil ejderhalarla bağ kurmak. Normal birisinin ölme riski var ama sen normal değilsin. O yüzden sorun yok." Kaşlarımı çatıp karnına dirseğimi geçirdim.  "Ben sana gösteririm normali,anormali!" Gıcık herif! Omuz silkip Valtor'un yanına gittim. Sırtımı göğsüne yaslayıp kollarımı göğsümde kavuşturdum. "Draken,çağırabilirsin. Küçük hanımımız biraz fazla heyecanlı,daha fazla bekletmeyelim." Yanağımdan makas aldığında yanağımı eline doğru bastırdım. "Peki,hazır olun." Ellerini birbirine sürtüp bileğindeki mühüre bastırdı baş parmağıyla. "Grrlenkagh turfenikg,lituds dragans!" İlk üç saniye hiç ses yokken bir anda etrafı ürkütücü kükremeler doldurdu. Kaleden ardı ardına devasa büyüklükte ejderhalar hızla çıkıyordu. Etraf onların sayesinde titriyordu. Rüzgar coşmuştu ve uçuşan topraklar yüzümüze geliyordu. Havada süzülüp yere inen varlıklara hayran olmuş şekilde bakıyordum. "Dragans! Hyrra kugnak!" Ejderhalar anında yer yüzüne süzülüp sıraya geçtiler. Hepsi tek yabancı olan bana bakıyorlardı. Sanıyorum ki Valtor'u biliyorlardı,görmüşlerdi daha önce. "Valtor?" Mırıldandığımda hafifçe bana döndü. "Efendim güzelim?" Ejderhalara bakmaya devam ederken konuştum. "Seni daha önce gördüler değil mi?" Kafa salladığında silkelendim. "Diana,şimdi teker teker hepsine yaklaşmaya çalış. Elini kendinden emin bir şekilde ama yavaşça onların burunlarına uzat." Eliyle gösterirken dikkatle dinleyip,gösterdiği harekete bakıyordum. "Anlaşıldı mı?" Hızlıca kafa sallayıp, "Evet,anladım abi." Adımlarımı ejderhalara yönelttiğimde hırıltı halinde çıkardıkları ses ile gerildim. Sakin adımlarla en sola geçtim. Önümde kahverengi topuz kuyruklu bir ejderha vardı. Büyüktü. "Merhaba." Diye mırıldandığımda kafasını iki yana salladı. Elimi hafifçe kaldırıp temkinli hareketlerle ona yaklaştım. "Sana zarar vermem ben. Korkma olur mu?" Konuşup hem onu hem de kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum. Bir anda öne atıldığında geri çekildim. Sevmemişti beni. Gözlerimi kısarak ona baktım. "Sen kaybettin." Ejderhaya triplenip diğerine geçtim. Bunun rengi koyu yeşildi. Başı oldukça dikenli,kuyruğu çift mızraklıydı. Bu diğerinden biraz küçüktü. "Merhaba,rengin çok güzelmiş." Gözlerimdeki parıltılarla ona baktım. Hafifçe burnunu bana uzattı. Elimi uzatıp hafifçe okşadım. Ama aynı anda geri çekildik. "Sanırım sen daha cana yakınsın ama benimle değilsin." Ondan uzaklaştığımda diğerlerine gittim. Birisinde az daha üzerime alev topu yiyordum,bir diğerinde dondurulup az daha mideye indiriliyordum. Diğerinde hafif sevecenlikle okşayıp geri çekilmiştik aynı yeşil ejderhadaki gibi. Son ejderhaya geldiğimde onunla da bağ kuramamıştım. Çünkü doğru gelmiyordu hiç biri. Draken ve Valtor'a baktığımda çatık kaşlarla bana bakıyorlardı. "Hiç biri değil." Kurduğum cümleyle Draken aydınlanır gibi oldu. "Bir tane daha var Diana,eğer ki oysa..." Son cümleyi kendi kendine konuşur gibi kurmuştu. "Onu da göster lütfen!" Umutsuzca seslendiğimde Draken gözlerini kapattı. Bir kaç saniye sonra etraf yıkılırcasına titredi. "Neler oluyor?" Valtor yanımda bitip beni kendine çekerken sormuştu. Draken sırıtıp ikinci kaleye baktı. Onun baktığı yönü gözlerimle takip ederken içim titredi. Devasa büyüklükte,diğerlerinden daha büyük simsiyah bir ejderha lacivert gözleri ile kaleden çıkıyordu. Kaleden çıktığında öyle bir kükredi ki,yüzlerce ejderhanın kükreyişi gibiydi. Uzun mızrak ucu gibi olan sivri kuyruğunu salladı. Kafasını hafifçe sola yatırdı,sonra sağa. Lacivert gözleri direkt beni bulduğunda,siyah perdeli kanatlarını açtı. Aynı bir köpek gibi silkelendiğinde gözlerimi ondan ayırmıyordum. Büyük ve zemini titreten adımları benim olduğum tarafa doğru atılıyordu. İçimden gelen dürtüyle bende ona doğru adımlamaya başladım. Bir kez daha kükrediğinde içim bir kez daha titredi. Adımlarımız durdu. Kafamı kaldırıp heybetli varlığa baktığımda oda eğilmiş bana bakıyordu. Kafasını biraz daha eğip benimle aynı hizaya getirdi. İç güdülerim elimi uzatmamı söylüyordu. Onları dinledim ve elimi ona doğru uzattım. "Merhaba..." Mırıldanarak kurduğum cümleyle gözleri kısıldı. Burnundan ani bir nefes verdiğinde saçlarım uçuştu. Bir adım atıp havada duran elimle ona yaklaştım. Oda küçük bir hareketle bana yaklaştı. Şuan homurdanma benzeri sesler çıkarıyordu. Elim,zırh gibi sert olan,pürüzlü,dikenli derisi ile buluştuğunda gözleri sonuna kadar açıldı. Mavi gözleri parlayıp,derisinin altında duran damarlarda masmavi parıldadı. Benimde ondan farkım yoktu. Benim vücudumdaki damarlarda mavi mavi parlıyordu. Simsiyah büyük göz bebeğinde kendimi gördüm. Saçlarım havalanmış,gözlerim aynı onun gibi mavi mavi parlıyordu. Kılcal damarlarıma kadar damarlarım mavileşmiş,ışık saçıyordu. Elimle derisini okşadım. Okşamaya devam ederken parıldamalar yavaşça söndü. "Sanırım bulduk birbirimizi." Kurduğum cümleyle burnunu elime ittirmişti. Ona biraz daha yaklaşıp koca ağzına sarıldım. Gözleri o kadar büyüktü ki aklım almıyordu,kocamanlardı. Kafasını aniden kaldırdığında çığlık attım. Beni burnunun üstüne oturttuğunu fark ettiğimde halimize güldüm. Aşağı baktığımda epeyce yüksekteydim. Valtor bana hafifçe endişeli ama gururlu bakışlar atarken,Draken kahkahalar atarak bana gülüyordu. "Az daha korkudan bayılacaktı salak!" Omuz silkip yavaşça arkamı döndüm. Kafasının arkasına doğru adımlamak için ayağa kalktım. Kafasından aşağı kaydığımda sırtına binmiştim. İki büyük dikeninin arasına geçtim ve arada bulunan küçük dikenlere tutunduğumda zihnimde bir ses belirdi.

ALTIN GÖLGE - ARAF SERİSİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin