"Alo? Neredesin?" Jungsu etrafına bakındı. "Bilmiyorum, Gunil. Sanırım ben kayboldum!" Telaşlı görünüyordu o. "Eğer biraz daha burada kalırsam, ağlamaya başlayacağım. Gerçekten Gunil ben ciddiyim." Bu doğru. İlk başta Gunil de onun ciddi olmadığını düşündü, sesi titreyene kadar.
"Etrafında ne var?" Etrafına vaktı Jungsu. "Gunil, ben neredeyim bilmiyorum. Buradaki hiç bir yeri bilmiyorum. Etrafımda, hiç bir şey yok." Kaşlarını çattı Gunil. "Nasıl?"
"Bilmiyorum, sadece yapay ağaçlar var önümde. Burası biraz karanlık." Gunil endişelenmeye başlıyordu. Eğer bir süre daha onu bulamazsa o da ağlayacaktı. "Dur tamam, sahafların olduğu yeri biliyorsun değil mi?" Jungsu sessiz kaldı. "Hayır, bilmiyorum."
"Oh, pekâlâ. Orada tabela falan görüyor musun? Kaçıncı katta olduğun yazıyor mu?" Jungsu kafa salladı. "Evet evet yazıyor. Eksi...birinci kat."
"Bekle beni ve ben oraya gelene kadar telefonu sakın, kapatma." Onun görmeyeceğini bilse de kafa salladı Jungsu. "Acele et, korkudan şimdi gerçekten ağlayacağım."
Gunil onu sakinleştirmeye çalışıyordu. "Orada bir yere otur ve beni bekle." Jungsu onayladıktan sonra Gunil bulunduğu yerden inmeye başladı.
"Oh Gunil..." Jungsu telefonu kapattığı gibi kendinden büyük çocuğa sarıldı. İyice dibine sokulduktan sonra ayrıldı. "Korktum." Gunil iki yana kafa salladı. "Alabildin mi o kediyi?" Biraz duraksadı Jungsu. İki yana kafa salladı. "Onu...alamadım." Gunil kaşlarını çattı. "Ne, neden?"
Jungsu sessiz kaldı. "Ya zaten çok da önemli değildi. Boşver, hadi eve dönelim." Gunil Jungsu'nun kolunu tuttu. "Ben alacağım."
~
"Daha mutlu musun?" Jungsu Gunil'e baktı, gülümsedi ve kafa salladı. "Teşekkür ederim Gunil." Gunil gülümsedi. Elindeki kitaba baktı. "Jungsu, eve mi gidiyorsun?" Kafa salladı Jungsu. "Babam yine sinirlenir. Erken dönmeliyim, yarın yine geleceğim."
"Jungsu." Gunil'e döndü Jungsu. Elindeki kitabı uzattı, bir süre sessiz kaldı. Jungsu ne yapmaya çalıştığını anlamadı. "Bu senin için." Jungsu kitabı alırken gülümsedi. "Gunil, bu?"
"Sevip sevmeyeceğini bilemedim ama.." Jungsu'nun ona sarılmasıyla lafı yarıda kesildi. "Bu çok güzel." Ondan ayrıldı, avuçlarını Gunil'in yanaklarına koydu ve yanaklarından öptü. "Teşekkür ederim..." Ondan ayrıldı ve gülümsedi. "Seni seviyorum!" Yürümeye başaldığında el salladı Gunil'e.
Gunil bunu yapmış olmasına inanamıyordu. Çok şaşımıştı buna. Bir yandan bu kadar mutlu olmasına da sevinmişti. Pekâlâ, işte bu gülümsetmişti onu.
"Junhan, ben geldim." Kapıyı açarken seslendi Gunil. "Junhan?" Çantasını koridorun girişine bırakırken içeriye seslendi. Büyük evin büyük salonunda, Junhan'ı yerde görmeyi beklemiyordu. "Junhan! Junhan!" Başını kollarının arasına aldı Gunil. Saçlarını alnından çekti, yüzünü iyice inceledi. Alnından akan kana baktı uzun süre.
"Aysh, bu görüntüyü görmeyi sevdim." Sesin geldiği yöne döndüğünde Junhan'ın kafasını yere bıraktı yavaşça. "Daha önce sana demiştim Gunil. Benimle uğraşırsan, sevdiklerin elinden kayıp gider." Gülümsedi. Sinirle yakasından tuttu. "Ne istedin ondan?!"
"Ondan değil. İstediğim sendendi, Goo Gunil." Sanırım o gün en sert yumruğunu atmıştı Gunil. "Çık evimden!" Güldü. "Çık dedim!" Zorla evden çıkarttığında, kardeşinin yanına gitti Gunil. "Junhan!"
...
"Alo? Efendim." Çalan telefonunu açtı Gunil. "Bu gün için teşekkür ederim." Gunil gözlerini kapattı, gözlerinden akan yaşı umursamadan. "Ne yapıyorsun?" Odaların birine baktı Gunil. "Hastanedeyim." Jungsu olduğu yerde durdu. "Sesin kötü geliyor. Sorun ne?"
"Jungsu, şimdi bunu düşünme. Ne için aradın?"
"Gunil, sana ne oldu dedim?"
"Ne olduğunu ben de bilmiyorum. Junhan'ı hastaneye getirdim, eve geldiğimde yerde..yatıyordu ve alnı kanıyordu. Bilmiyorum.."
"Ne? Sen Junhan'ı tanıyor musun?"
"Junhan benim kardeşim. Bunu sorgulamayı bırakacak mısın?"
"Tamam, tamam. Durumu nasıl peki?"
"Şu anlık, pek de iyi değil. Doktorlar başından ağır bir darbe aldığını söyledi..."
"Hangi hastane orası?"
"Jungsu, buna gerek yok gerçekten."
"Gunil, bu gün beni mutlu ettin. Sana yardımcı olmak istiyorum, bırak da en azından yanında olayım."
"Konum atacağım."
Jungsu kafa salladı. "Tamam, tamam bekliyorum." Ders çalışan Seungmin ve yatağında telefonuyla ilgilenen Jooyeon'a döndü. "Ne oldu?" Bunu soran Jooyeon'du. "Yolda anlatırım. Hazırlanın ikinizde." Jungsu babasımdan izin almak için aşağı indi. "Bir arkadaşım hastanede, kardeşi bir kaza geçirmiş. Yanına gidiyoruz." Zar zor izin alsa da, almıştı işte. Arkadaşının zor günü buydu sonuçta.
~
"Hadi ama Seungmin. Yüzün gülsün, ben seni böyle görmeye alışkın değilim ki. Şu yüzünün hâline bak.. Bu benim tanıdığım Seungmin değil." Jungsu iç çekti. "Onu da anlıyorum Jooyeon." Jooyeon haklı olduğunu düşünüp özür diledi.
"Gunil." Gördüğü bedene sarıldı Jungsu. "Bir şey söylediler mi?" İki yana kafa salladı Gunil. Ona sarıldı sıkıca. "O güçlü bir çocuk Gunil. Tanıyorum onu, iyi olcaktır eminim." Jooyeon Seungmin'i sandalyelerin birine oturttu. "O hiç iyi değil. Yol boyu sesi çıkmadı..."
"Junhan'la çıkıyordu o değil mi?" Kafa salladı Jungsu. "Hm.." Gunil gülümsedi. "Bahsetmişti ondan." Jungsu'nun yüzü düşmüştü. "Ona çok değer veriyor olmalısın.."
Gözlerinin içine baktı Gunil, adeta parıldıyordu. Şu an hissettiği duygular yüzünden mi, yoksa gerçekten ona gösterdiği değeri karşıya yansıtmak için mi parlıyordu, bunu bilmiyordu Jungsu ama, bu onun çok hoşuna gitmişti.
"Hemde çok... Ona bir şey olunca bana da oluyormuş gibi hissediyorum." Gözlerine baktı Jungsu. "Onun tek ailesi benim. Benden başka kimsesi yok, bir tek bana güveniyor. Ve ben onu koruyamıyorum bile!" Jungsu sessiz kaldı bir süre.
"Ben...senin ne hissettiğini, kardeşine bir şey olmanın ne demek olduğunu...çok iyi biliyorum..."
~khy.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝚜𝚎𝚊𝚜𝚒𝚍𝚎, 𝚐𝚞𝚗𝚜𝚞
Randomdeniz kenarında kumların üzerine oturup kendince denize taş atarken senden önce davranan biri hayatını nasıl değiştirebilir?