Gunil'den
Jungsu ile o gün çocuklarla kavga etmemizin ardından baya geçmişti, neredeyse iki hafta falan. Ama ben onu o günden sonra bir daha görmedim. Başına bir şey gelmesinden de korkuyorum tabii.
Jooyeon'da evde olanlardan bana bahsetmemişti. O da korkuyor, biliyorum. Jungsu ile ilgilenmek onun için bir sorumluluk, o böyle hissediyor ve mutlu. Jungsu onun için çok değerdi, Jooyeon da öyle.
Birkaç kez onu aramıştım ama aramalarımı hep meşgule atıyordu. Deniz kenarına veya okula da hiç gelmemişti. Gelse elbet ki rastlardım, en azından Hyeongjun biliyordur.
Jungsu bana ailesi ile ilgili hiçbir şey anlatmamıştı. Ben de sormayı istemedim zaten.
Telefonumu çıkarttım ve bir kez daha aradım. Bu sefer çalıyordu telefonu. Açmıştı. "Efendim?" Sesini duymak beni rahatlatmıştı. Ama öyle değil. "Ne yapıyorsun? Merak ediyorum seni." Biraz bekledi. "Etme." Ne? Ne demeye çalışıyor ki?
"Ne diyorsun Jungsu? Her şey yolunda mı?" Kocaman bir iç çekti, duymuştum. "Değil, lanet olsun ki değil Gunil. Durduramıyorum hiçbir şeyi olmuyor." Anlamıyorum.
"Konuşmak ister misin?"
"Daha sonra konuşalım lütfen. Sesini duydum, iyiyim şu an." Gülümsedim. Konuşmayı kısa kestim ve telefonu kapattım. Telefonu kapattığım gibi kendimi yatağa atmıştım. Onu düşünmeden bir saniye bile kalamıyorum.
Rüzgârda dalgalanan gri saçları, yeşil gözleri, güçsüz vücudu, zarif beli, gülümsemesini ve her o notalara basışı benim için o kadar özel ki, ezbere bildiğim her bir ayrı noktası. O kadar güzel ki, her detayı kusurlarını örtüyor. Yetim olması umrumda bile değil. Ben varım. Onu koruyabilirim.
Dünden beri masamın üzerinde duran defter gözüme çarpmıştı. Yataktan kalktım ve defteri elime aldım. Birkaç sayfasını açtım. Daha yeni fark ediyorum, çok tatlı çizmiş. Kıyaftelerime kadar ezberlemiş olamaz gerçekten, değil mi? Detatyına kadar.
Bende ona bir hediye yapabilirim belki. Mutlu olur en azından. Ama o ne sever bilmiyorum ki... Aslında, tilkileri sevdiğini biliyorum, yıldızları da. Sanırım buldum.
~
"Sürpriiiz!" Bu gün evde tek olmasından kaynaklı cesaretini toplayıp Jungsu'nun zilini çalmıştı. Ona çok seveceği bir şey almıştı. Ama kapıyı açan Jungsu, hayal ettiği gibi görünmüyordu. Halsiz, yanakları kızarmış bir Jungsu vardı.
"Hasta mısın sen?" Jungsu aşağı yukarı salladı kafasını. Gunil kolundan tutup içeri çekti onu ve kapıyı kapattı. "Nasıl oldu bu?" Jungsu'yu koltuğa oturturken sordu. "Üşüttüm işte, önemli bir şeyim yok." Gunil ateşine bakmak için elini tuttu, ona biraz yaklaştı ve dudaklarını alnına bastırdı. "Ateşin de var senin, ne demek iyisin?"
Jungsu sessiz kaldı. Sesinde de hâl yoktu zaten. "Yat sen buraya." Jungsu kafasını yastığa koyfuğunda Gunil ıslak bir bez almak için bnayoya gitti. Bulduğu bezi ıslattı ve tekrar oraya döndü. Jungsu'nun alnına ve ensenine değdirdi.
"Bu burada kalsın, en azından ateşin diner." Jungsu kafa salladı. Gunil ona doğru eğildi ve dudağını onunkine bastırdı. Ayrılınca Jungsu da ona karşılık vermek amaçlı iki yanağından da öptü. Biraz dinmişti ateşi ne de olsa, o buradaydı.
~khy.
pek içime sinmedi aslında
öpüldünüz💞🤍
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝚜𝚎𝚊𝚜𝚒𝚍𝚎, 𝚐𝚞𝚗𝚜𝚞
Randomdeniz kenarında kumların üzerine oturup kendince denize taş atarken senden önce davranan biri hayatını nasıl değiştirebilir?