0.1☆

70 13 17
                                    

"Jungsu-Shii, benimle oynaa!!"
"Ama ödevlerim var Tyan-A."
"Ama ben Jungsu-Shii ile oynamak istiyorum!"

Kendi kendine mızmızlanan küçük kıza güldü Jungsu. "Söz veriyorum ödevlerimi bitirince istediğin kadar oynayabiliriz." Küçük kız gülümseyip Jungsu'nun boynuna atlarcasına sarıldı. "Seni seviyorum Jungsu-Shii!" Jungsu da saçlarını okşadı küçük kardeşinin.

Küçük kız odasına şirin koşar adımlarla gitmeye başladığı sıra Jungsu'da kendi odasına ağır adımlarla ilerledi. Çantasındaki kitapları çıkarttı ve bir an önce küçük kardeşi ile oynamak için hızla bitirdi ödevlerini. Çok bir zaman geçmemişti, belki yarım saat. Küçük kızın odasına girdiğinde onu görememişti. "Tyan-A?" Evinin salonuna baktı, oturma odasına, yemek odasına ya da mutfağa. Neredeydi bu kız? "Tyan-A

Yoktu. Hiçbir yerde yoktu. O evin içinde nasıl kaybolabilir ki? "Tyun-A, saklambaç mı oynamak istiyorsun hm?" Banyoya bile bakmıştı, orada da yoktu. Son çare bahçeydi.

Evet sanırım bulmuştu kardeşini. "Ayshh, korkuttun beni! Ne yapıyorsun burada?" Tyan-A öylece bir yere odaklı bakıyordu. Jungsu'da o yöne baktığında, içini ürpertecek kadar korkunç bir varlık, yaratık ya da her ne derseniz, karşısında duruyordu. Tyan-A'yı kucağına alıp eve hızla girdiğinde, bütün her yeri kilitlemeye başladı.

"Tyan-A, bak seninle bir oyun oynayalım. Bu evden dışarı en son çıkan kazansın, tamam mı?" Kız gülümsedi. "Tamam! Ben kazanacağım!" Jungsu da gülümsedikten sonra, onu da alıp televizyon izlemek için salona götürdü. Biraz birlikte televizyon izlemeye başladılar. Küçük kız Jungsu'nun kucağında uyuya kalmıştı. Jungsuysa su almak için mutfağa gitmişti. Orada oyalandı biraz. Oyalandı. Tekrar eski yerine döndüğünde, küçük kardeşini görememişti.

Endişelenmeye başlıyordu, bu kız nereye gidiyordu iki de bir? Yine evin her yerini aradı Jungsu. Ama yoktu. Kilitleri açıp açmama konusunda içini huzursuz eden bir şeyler vardı ama zaten o kilitler çok önceden açılmıştı, ya da hiç kilitlenememişti.

"Tyan-A! Tyan-A!!"

O günden sonra küçük kız kardeşinin her nerede olduğu bir sır olarak kaldı. Ama kaldı işte.

​~

"Seninle uğraşacak değilim. Aptal..." Kapıyı yüzüne vurarak çıktı Jungsu evden. Arkasından sinirle seslenen kadını umursamadan merdivenlerden çıkmaya başladı. İçindeki öfke ne dinecek gibi, ne de tamamen kaybolacak gibi. Her zaman huzurlu hissettiği yere doğru ilerlemeye başladı. İlerlerken aklında ne varsa hepsini silmeye çalışıyordu. Başarısızlıkları, güven sorunları, sevgisi, küçük kız kardeşi.

Yerdeki taşı ayağıyla ittirirken yumuşak altın sarısı kumlara geldiğini anladığında kafasını kaldırdı. Kaldırdığında rüzgarın etkisiyle havalanan kahverengi saçları, yüzünün güzelliğini taçlandırmıştı. Saçlarını geriye doğru ittirirken deniz kenarına yaklaşmaya başladı. Dalgaların naif sesiyle gözlerini kapatarak yumuşak kumların üzerine oturdu. Bacaklarını kendine çekti, ve bir süre öylece denizi izledi.

Burası onu mutlu eden tek yerdi. Üzüntülerini burada bir şekilde gidermeyi beceriyordu. Denizin tuzlu kokusu, mavimsi rengi ve dalgalarındaki o beyaz köpükler ona çok geliyordu. Ama bazen kirli yönden de düşündüğü oluyordu.

Kendisi de anlamadan kumlara saçma şeyler çizmeye başlamıştı. Farkına vardığında oflayıp deniz kenarına biraz daha ilerledi. Gökyüzünün rengini alan mavi deniz suyu artık Jungsu'nun ayaklarına değiyordu. Her şeye olan nefretini tekrar dile getirdikten sonra, ayaklarının suya değmesini umursamadan yürümeye başladı.

Kayalıkların birine oturmuş, ayaklarını denize doğru bıraktıktan sonra dalgınca ilerisini izlemeye başladı.
Mutlu görünen aileler, çocuklarıyla eğlenen babalar, birbirlerini tanımadıkları hâlde oyun oynayan çocuklar. Jungsu hiç birine sahip olamamıştı. Ama bu onun için sorun değildi. On altı yaşında onu terk eden ailesi, şimdi olmasa da olurdu. Ama o her zaman mutlu ve etrafına renk saçan bir çocuktu. Gülmeyi severdi.

Telefonunun titreşmesiyle düşüncelerinden çıkmıştı. En yakın arkadaşı Seungmin'dendi bu. Ve tabii ki, Jooyeon'dan. ~Jungsu bakmazsan seni s-
Jungsu buna gülümsedikten sonra telefonunu kapattı.
Artık havanın da verdiği soğuk esinti, Jungsu'nun ince beyaz gömleğinin altındaki beyaz teni üşütmeye başladığında kayalıkların üzerinde ilerlemeye başladı, iskeleye doğru.

Ayaklarını denize doğru iskelede saldığında gülümsedi. İçinden mutlu olması gerektiğini söyledi, ama zordu. Yanındaki çakıl taşlarından avucuna bir kaç tane aldı. Neredeyse deniz kenarına giden herkesin en iyi aktivitesi olmuştur taşı en uzağa atmak. Her ne kadar, en az iki kişiyle oynansa da Jungsu kendisiyle oynamayı seçmişti.

Bir kaç kez atmıştı taşı. Her biri farklı farklı yerlere düşmüştü. En son denize atılan taş, baya uzağa gitmişti. Ama işte onu atan Jungsu değildi.

Kimin attığına bakmak için yanına döndü. Ondan uzun, simsiyah uzun saçlı bir çocuk aynı onun gibi ayaklarını iskeleden aşağı salmış şekilde oturdu. "Anlaşılan bu konuda senden iyiyim."

Havadaki meltem onun saçlarını geriye savururken, Jungsu onun kim olduğunu düşünüyordu. Ellerini arkadan iskelenin tabanına yasladığında kafasını geriye doğru attı. "Oh, ismim Gunil." Gülümsedi çocuk. "Saçma geliyor olabilir, üzgünüm." Jungsu güldü kendi kendine. "Hayır, sadece şaşırdım." Başını yana eğdi Gunil. "Çok güzelmişsin."

"Yaa teşekkür ederiim." Jungsu da gülümsedi. Onun  nereden çıkıp geldiğini bilmiyordu ama, şu an ihtiyacı olan şeyi vermişti ona; güzel bir iltifatı.

~khy.

𝚜𝚎𝚊𝚜𝚒𝚍𝚎, 𝚐𝚞𝚗𝚜𝚞Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin