twenty four

1K 160 31
                                    

yaklaşık yarım saattir izlediği filmden sıkıldığından bilgisayarını kapatıp yanındaki masaya bırakırken iç çekti san. zihnini bulandıran düşüncelerden bir süre uzak kalabilmek için film izlemeye karar verse de seçtiği filmin kötü çıkmasından sonra tüm hevesi kaçmıştı. boktan bir film için yarım saatini boşu boşuna harcadığından daha da kötü hissetti. o yarım saatte çok şey yapılabilirdi aslında: ders çalışmak veya oyun oynamak gibi.

başını tekrardan yastığa koyduğunda bugün yaşadıklarını düşündü belki de bininci kez. elinden başka bir şey gelmiyordu, onuru da gururu da kırılmıştı düşmanı saydığı çocuğun gözleri önünde. babası ve annesi junseo'ya yaptıklarından dolayı onu azarlayıp yetmezmiş gibi hırpalamıştı. haklı taraf olması önemsizdi, junseo'nun ailesi zengin olduğu için korkuyordu ebeveynleri.

yüzünde, kabuk bağlamaya başlayan yaralar da babasının hediyesiydi.

"siktiğimin salağı, bir kerede benim yanımda dur." diyerek fısıldadı kendi kendine kaşlarını çatıp elini saçlarının arasından geçirirken. sinirliydi, junseo şikayetçi olduğundan karakola gitmek zorunda kalmış ve bu olay daha da büyüyerek ailesinin kulağına kadar ulaşmıştı. bir umut savunulacağını düşünmüş ancak babasının ve annesinin hakaretlerini işittikten sonra hayal kırıklığı ile karşı karşıya kalmıştı. her zamanki gibi yüz üstü bırakıldığından artık daha fazla umut beslemeyecekti.

bir süre sonra düşünmekten de boş boş uzanmaktan da sıkıldığında kalktı yatağından. daha fazla düşünecek olursa katil çıkacaktı eninde sonunda. wooyoung ile mesajlaşıp kafa dağıtmak istese de küçüğü mesajlarına pek sık bakmıyordu, o da üstelemeyi kesmişti bir süre sonra. büyük bir ihtimalle yaklaşan sınavlara çalışıyordu wooyoung, kendini tamamen soyutlamıştı dünyadan. o olaydan sonra haber alamadığından ekstra endişeliydi. kavgadan sonra hiçbir şey söylemeden çekip gitmişti çünkü wooyoung. ne durumda olduğundan haberi yoktu, arkadaşlarına ulaşmaya çalışsa da onlardan da herhangi bir cevap almayı başaramamıştı.

san, düşüncelerinden arınıp balkona çıkmak için hazırlandığında her zamanki gibi gözleri sigara kutusunu aradı. çalışma masasının üzerinde gördüğü paketi alıp hevesle açtığında içinin boş olduğunu fark etti. dünyası gördükleriyle beraber resmen başına yıkıldığından ve dışarı çıkmaya da üşendiğinden soludu sinirle. ne ara bitmişti ki hepsi? daha dün almıştı bu paketi.
"amına koyayım böyle işin."

sigara içmeden gününü geçirmesi imkansız olduğundan mecburen markete uğraması gerekiyordu. elindeki boş paketi masasının altında duran çöpe atıp kapısının arkasında asılı duran deri ceketini giyindi, cüzdanını da anahtarını da yanına alırken odasından koşar adımlarla ayrıldı. ailesi evde olmadığından çok daha rahattı, kafasını dinleyebilirdi en azından gürültüsüz ve kavgasız bir ortamda.

evden dışarı çıkar çıkmaz kilitledi çelik kapıyı ve soğuktan kızarmaya başlayan ellerini ceketinin cebine koyarak başladı yürümeye. her adımında ona laf atan insanlar ile karşılaşıyor, görmezden gelebilmek için ekstra çaba sarfediyordu. gerilmişti, kimseyle göz teması kurmaması şu anda yapması gereken en önemli şeydi. onu bu mahallede tanıyan çoktu, birçok kişiyle de kavga geçmişi olduğundan serserilerin kara listesine adını altın harflerle yazdırmayı başarabilmişti.

hastaneden çıktıktan sonra içinde biriken siniri ancak kavga ederek dışarı vurabildiğinden bu dönemde girdiği kavgalarda epey fazlaydı.

nihayet karamsarlığın çöktüğü, içki kokan sokağından çıktığında tuttuğu nefesi bıraktı. "bir dahakine stoklayacağım sigaraları." beladan uzak kalmak için sarfettiği çaba takdir edilmeliydi, en azından kavgasız bir gününün geçmesini istemek onun da hakkıydı değil mi?

bad boy, good lips : woosanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin